Bir yere aday falan değilim ama seçim kampanyası yürütüyorum. Mecbur!

Mecbur çünkü çevremdeki herkes; imam, marangoz, kasap, bakkal, manav, berber zorluyor: “Hocam, sen gazetecisin bilirsin? Aday Kılıçdaroğlu mu olacak?

Marangozda çay içerken içeri giren imamla da koltuğuna oturduğum berberle de kasap dükkanına doluşmuş esnafla da muhabbetimizin tek konusu epeydir seçim. Buranın ezici çoğunluğu milliyetçi-muhafazakâr. O yüzden “Kılıçdaroğlu mu?” sorusunda keyifsiz bir tını var.

Kim olduğu çok mu önemli?” diye başlıyorum genellikle. İyi ki, 2018’de oyumuzu kullandıktan sonra oturup çay içtiğimiz mekânda, “Bu kardeşinize yetkiyi verin dolar ne olacak görün!” sözlerine inanan çiftçi de orada: “Dolar o zaman 5 liraydı, düşecek diye iddiaya girdin benimle, ne oldu?

Esnafla aramızda bir samimiyet de oluştu yıllar içinde, hiç aşağıdan almıyorum, “Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuç beklemektir, derler. Deli misiniz, yav. Yine ver oyunu da dolar ne oluyor gör!

Benim kampanyanın ilk adımı, AKP iktidarı boyunca yapılanları anlatmak: “Daha önce verilen sözleri hatırlayın. 2023’te dünya ekonomisi içinde ilk 10’a girecektik, 17’ncilikten 21’inciliğe düştük. Yüzde 10,43 olan enflasyon tek haneye inecekti, yüzde 170’i gördü. Kişi başına milli gelir 25 bin dolar olacaktı, 9 bin 961 dolara indi. Dünya ticareti içindeki payımız, 2011’in yüzde 0,8’inden yüzde 1,5’a çıkacaktı, yüzde 0,4 oldu. Daha bir yıl önce bu kasap en iyi eti 80 liraya satıyordu, şimdi 200 liraya satıyor. Yeter mi, devam edeyim mi?

Bizimkilerin asıl derdi geçim ama “milli hassasiyet” de yüksek. O yüzden; “Ya, senin onuruna dokunmuyor mu? İstanbul’da bir adamı, gazeteci Kaşıkçı’yı kesip yok ettiler. Bu can bu tende durdukça diye esip gürledik. Sonra dosyayı kapatıp, cinayetle suçladığımız Suudi Prensi kucaklamaya gittik. Para için… Bir de ver papazı al papazı diye gürlediğimiz rahip vardı. Ne oldu?

Daha önce hiç sola oy vermemiş kasap, “Kendini yorma Hocam” diyor. “Bu ikna olmaz. Bunu seçim günü kahvede bağlayıp gideceğiz biz. Bir de Kılıçdaroğlu’nu deneyelim, ne olacak?

Ben önce ne olmayacağa bakıyorum” diyorum. “Benim yaşamak istediğim ülke, her şeye tek adamın karar verdiği, hâkimin, savcının, gazetecinin, Diyanet’in, Merkez Bankası’nın bir tek ağıza baktığı bir ülke olmayacak. Tek adam yönetimi mi, parlamenter sistem mi? Ben önce buna oy vereceğim.

Kim gelse bir şey değişmez” diye beni savuşturan ama sandığa gidince yine bildiğini okuyacaklar var, biliyorum. Onları ikna etmenin yolu “değişenleri” gösterebilmekten geçiyor:

Git Tunceli’ye bak. Bir Komünist başkan geldi. Halkla beraber, nohut ekti, sattı, kazandığını üçe böldü. Bir parçayı tohum olarak dağıttı, biriyle mazot yardımı yaptı, üçüncüyle muhtaç çocukları okuttu. Şimdi onların kooperatifinin sadece İstanbul’da 7 mağazası var. Sizin neyiniz var? Çiftçi, hayvancı adamsınız. İzmir’e bakın. Belediye bütün çobanları topladı, ne üretiyorlarsa aldı, fabrika kurup onların sütünü etini değerlendirdi. Çobanlar para gördü. Bir yere çocuğunuzu okumaya gönderiyor, aç mı açık mı bilmiyorsunuz. Git Mersin’e bak, belediye öğrencilere bedava çorba, 6 liraya üç çeşit yemek veriyor. Oralara gidemiyorsan, Ankara’da Keçiören 19 Mayıs Mahallesi’ne git bak. Orada bir ‘devrimci muhtar’, muhtar ya eti ne budu ne, her sene hayatında denizi görmemiş 100 yoksul çocuğu tatile götürüyor. Demek isteyince değişiyor!

Benim kampanyada havalı, büyük laflar yok. Az hafıza tazeleme, milleti kendiyle yüzleştirme ve yapılanları anlatma…

İşe yarıyor!