Benim sınıfım hangisi?

İlhan Şimşek

Bir düş gördüm.

Temel Eğitim 8. sınıfında öğrenciymişim. Adım Gündoğdu'ymuş.

Okulun son günleri. “Seçici Kurul” tarafından eğitimimi nasıl devam ettireceğimle ilgili bir toplantıya çağrılıyorum. Annem ve babam da katılıyor toplantıya. Çok heyecanlıyım. Danışman öğretmenim uzatmadan söze giriyor. Seçim zamanı geldiğini, yapılan ölçümlere göre Kültür ve Edebiyat Lisesi’ne gitmemin daha uygun olduğunu söylüyor. Babam, ‘benim oğlum makina mühendisi olacak matematikle ilgili bir bölüme gitmesi gerekir’ diye itiraz ediyor. Ben de tiyatro yapmak istediğimi, bu yüzden doğrudan tiyatroyla ilgili bir bölüme gitmek istediğimi söylüyorum. Tartışıyoruz. Sonunda öğretmenimiz hem beni hem de babamı Kültür ve Edebiyat Lisesi’nin en doğru seçenek olduğu hususunda ikna ediyor.

Annem, babam ve ben, hepimiz mutlu bir şekilde toplantıdan ayrılıyoruz. Annem ve babam eve dönerken ben, üç yılımı geçirdiğim okula veda etmek için biraz daha kalıyorum. Günün yarısında oyunlar oynadığımız, öğrenmenin aynı zamanda oyun olduğu sınıfları tek tek dolaşıyorum. İlk trafik dersimizi alırken kullandığımız akülü arabalar trafik uygulama bahçesinin orada yeni konuklarını bekliyor. Serbest zamanlarımızı geçirdiğimiz spor salonunun kapısı her zamanki gibi ardına kadar açık. Ayaklarım titreyerek çıktığım ilk maçı hatırlayarak gülümsüyorum. Salonun kapısında sağlık görevlilerimizle karşılaşıyorum. Apandisitim patladığında beni nasıl hızla hastaneye yetiştirdiklerini hatırlıyorum. Tek tek bütün sınıfları gezmeye devam ediyorum. Tarım sınıfının önüne geldiğimde, bana ağaçların hayatımızdaki önemini eski bir Kızılderili masalıyla anlatan abimizi sevgiyle yad ediyorum. “Hoşça kal iki gözüm” diyerek kendi ellerimle dikmiş olduğum salkım söğütle vedalaşıyorum.

Okuldan çıktıktan sonra on dakika mesafedeki Kültür ve Edebiyat Lisesi’ne yürüyorum. Danışman öğretmenin vermiş olduğu dosyayı girişteki görevliye teslim edip bekliyorum. Çok geçmeden adı gibi güzel, mavi gözlü, insana huzur veren Deniz abla kapıdan içeri giriyor. Rehber öğretmen olduğunu, bir yıl boyunca benimle doğrudan kendisinin ilgileneceğini belirtiyor. Birlikte okulu gezmeye başlıyoruz.

Öykü, roman, şiir gibi dersliklerin yanı sıra okuma, yazma, sunum gibi farklı derslikler var. Her dersliğe farklı bir sanatçının ismi verilmiş. Sait Faik öykü dersliğinin hemen yanında Maksim Gorki roman dersliği var, onun yanında Nâzım Hikmet şiir dersliği, bu böyle gidiyor. Bütün bir kat bazılarını okuma şansı bulup bazılarını hiç okumadığım edebiyatçıların adlarının verildiği dersliklerden oluşuyor. Hepsi güzel hepsi anlamlı ama okuyacağımız sınıf hâlâ ortada yok. Deniz ablaya dönüp “benim sınıfım hangisi” diye soruyorum. “Hepsi” diye yanıtlıyor, “Siz gezici olacaksınız, öğretmenlerinizse sabit. Roman dersinde Maksim Gorki karşılayacak sizi, şiir dersinde Nâzım Hikmet.”

“Hem düşünsene” diyor sonra, “bütün dersleri aynı sınıfta okumak sıkıcı olmaz mıydı?”

İkna oluyorum.

“Kantinde bir soluklanalım istersen” diyor. Çaylarımızı alıp bir masaya oturuyoruz. Anlattıkları heyecan verici olmakla birlikte hala tiyatroyla ilgili bir şey söylememiş olması beni tedirgin ediyor. Aklımdan geçeni okumuş gibi “müzik, tiyatro gibi derslerden birini de seçebilirsin istersen” diyor, haftada iki gün öğleden sonra bu derslere girebilirsin.”

Çaylarımız bittikten sonra Deniz abla, “Hadi gel sana okulla ilgili her türlü sorunumuzu konuştuğumuz, faaliyetlerimizi değerlendirdiğimiz ‘yüz çiçek bin fikir’ toplantı salonumuzu göstereyim” diyor. Kırmızı koltukları, kadife perdeli sahnesi ve duvarlara asılı tarihi şahsiyetlerin resimleriyle oldukça etkili bir salon. Öğrenciler, öğretmenler ve çalışanlar her yıl öğrenim döneminin başında bir araya gelip okulun tüm işlerini organize edecek Yürütme Kurulu’nu bu salonda seçiyormuş. Kurulda yer alan öğretmeni, öğrencisi ve emekçisi herkes eleştiriye tabiymiş. Haftada bir gün gerçekleştirilen eleştiri ve değerlendirme gününde öğrencisinden öğretmenine, sağlık görevlisinden aşçısına kadar herkesin bulunması zorunluymuş. Okulun geleceğiyle ilgili kararlar esas olarak bu toplantılarda alınıyormuş.

Çok etkileniyorum.

“Ya sınavlar” diyorum, “Sınavlar nasıl oluyor peki?” Deniz abla, gülümseyerek bir kitapçık uzatıyor. Kitapçıkta, kırık not aldığım bir sınavı yine aynı sorularla talep edebileceğim yazıyor. Açıklamanın altında, “Önemli olan öğrenmektir” diye bir not var. Merakla sayfaları adeta yutarcasına okuyorum. En çok merak ettiğim bölüm en sonda yer alıyor. Sınavsız, elemesiz bir şekilde üniversiteye girebileceğimi öğrendiğimde çığlık atmamak için kendimi zor tutuyorum. Bu bölümün altında da “Önemli olan sizin tercihiniz, ne istediğiniz, biz size güveniyoruz” yazıyor.

Kitapçığı bitirdiğimde otobüsün ineceğim durağa varmak üzere olduğunu fark ederek düğmeye basıyorum.
Saatin zili susmak bilmiyordu.

Bir düş görmüştüm.

Düşümde 8. sınıftan 9. sınıfa geçen bir öğrenciydim. Adım Gündoğdu’ydu.