Benimkisi üzüntü değil kırılmış sevinç

CAN BİNALİ AYDIN

Çizim:Erhan Cihangiroğlu

Ben aşırı kilolu olduğu için intihara yeltenmiş, kendini astığı kapı kirişini kopartmış biriyim. Benimle bu şartlar altında tanışıyorsun, ne tarz müzik dinlersin? İntihar etme nedeninden dolayı intihar edememiş biriyim. Bana intihar ettiren şey, intihar bile ettirtmiyor. Bunu, ben sağladım. Boş zamanlarında neler yaparsın? Aslında benim daha önce de bazı deneyimlerim oldu, fakat sanıyorum ben bir girişim olarak kaldım, tamamlanamadım.

İlkin üçüncü kattaki evimizin banyosunda bulunan küçük havalandırma boşluğuna baş aşağı atladım. Havalandırma boşluğu çok dar olduğu için düşerken doğrulamayacak, bu şekilde kesin sonuça ulaşacaktım. Pencereyi menteşelerinden söküp, küvetin içine koydum.

Vücudumu, başımdan karnıma kadar aşağı sarkıttım, hani şu mahalle parklarındaki demirlerde dönerken yaptığımız gibi. Karanlıktı; rutubetli bir hava soludum.

Kendimi biraz daha sarkıtsam dengesiz düşebilir, duvarlara sürtünüp yaralanabilirdim. Böyle birşeyin olmasını istemedim. Kendimi aşağı ittirmek için salıncakta kendi kendime sallanırken yaptığım gibi; bir öne bir geriye yüklenerek güç aldım. Tam doğru anda kendimi fırlattım.

Beşinci kattan asfalta atılan bir çöp poşeti gibi çok tok bir ses çıkarmışım. Öldüysem, bu hiçte fena olmamıştı; fakat yaşıyordum ve çok zordu işim.

Yıllardır havalandırma boşluğuna atılan çocuk bezleri ve pedler hava yastığım olmuş, zemine doğrudan çakılmamı engelleyerek düşüşümü yumuşatmıştı. Düşerken kollarımla korunmamaya kendimi şartlamıştım fakat, boşluğu hisseder hissetmez reflekse onları kendime siper etmiştim. Kollarımdaki hoş kaşıntı ve sıcaklık bu yüzden olmalıydı. Bağırtıları duyabiliyor fakat herhangi bir tepki veremiyordum, ziraa diz kapaklarıma kadar çöp içinde ve ters vaziyetteydim. Saatlerce sürdü kurtarılmam, itfaiyeciler ne yapacağını bilmiyordu ve bu konuda haksız da sayılmazdılar. Bir ara, ‘’duvarı kıralım’’ diye bir ses duydum, bu öneriye en çok ben sevindim ama hiç haberleri olmadı.

Apartman bodrumunun havalandırma penceresi olmadığı için, beni ayağımdan kement gibi bağlanan bir iple yakalayarak; yaralı bir hayvan gibi yukarı çektiler.

Çöplerin arasından sıyrılırken, yukarıdan tutulan ışık da yavaş yavaş beliriyordu.

Biraz yükseldiğimde eski bir saatin sarkacı gibi sağa sola sallanan kollarımı gördüğümde, acıdan da büyük bir şey duyduğumu hissettim. Kollarımı istediğim gibi hareket ettiremiyor, sadece onların hareketlerini izleyebiliyordum. Onlar, benim kollarımdı fakat kontrolü ben de değildi.

Aslına bakarsan düşerken hiç yaralanmadığım boşluktan, derine işleyen acelesiz yaralarla ve ağır ağır ayrılıyordum.

Sonrasında da baba mesleği gibi sürdü tabii yarıda kalmalar. Anneannemlerin Barbaros’taki evine denk geldi ikinci yarımlığım.

Gerçi orayı da ben seçmedim, zorunda bırakıldım.

Havalandırma olayından sonra, başka bir binanın birinci katına taşınmıştık ve bana düşebilmek için birkaç kat daha lazımdı.

Biliyorsun balkonun değeri düşmeye olan kudreti, birinci kattan ne kadar düşebilir ki insan? Anneannemlerin dokuzuncu kattaki evi bana yeterdi de, artardı. Yalnız dokuzuncu katın benim için küçük bir handikapı vardı; yükseklik korkum. Balkonun kapısını açıp salondan hız alarak sıçrayacak, tam sıçrama anında da gözlerimi kapatacaktım.

Şişli Etfal’de mumya gibi sargılanmamın otuz üçüncü gününde gözlerimi açtığımda, çevremdekilerin şaşkınlıkları, sevinçlerini bastırıyordu. Sanıyorum ben, bana benzemiyordum. Yirmi iki kilo vermiştim ve deniz çekildiğinde ortaya çıkan adalar gibi ortadaydı gözlerim. O gün hava yağmurlu olduğu için evin altındaki tekel brandasını açmış, ben de bu branda sayesinde ağır yaralanmıştım.

Otuz üç gündür komadaydım ve buna en çok annem sevinmişti. Daha önce hiç oğulları intihar girişiminde bulunmuş komşuları bulunmayan komşularımız, geçmiş olsuna elma, armut falan getirmişlerdi. Başarılı olsaydım şayet, çay şeker getirirlerdi.

Sanıyorum bir şeyi atlatmak için, önce alışman gerekiyor. Şimdi özel bir şirkette biraz yetkiliyim. Her akşam iş çıkışlarında eve varmadan; otobüs duraklarına, mahalle bakkalına ve haksızlığa uğruyorum.

Lütfen tedirgin bir karamsar olduğumu ve herkesi kötülediğimi düşünme. Biliyorsun; kurunun yanında, yaş da kuruyor.

Bu sebeplerden ben birinin yüzüne bir dakika bakamıyorum, sıkılıyor gibi oluyorum; hayır sıkılmıyorum ama gözlerim dalıyor, başka yere bakmak zorunda kalıyorum. Örneğin iş arkadaşlarınla bowling oynamaya gelemem. Altı çift akşam yemeğe çıkıp, bağırarak espri yapamam. Bu tür iktidar savaşlarında silah bıraktım. Grupta sessiz birini görsem, onu hemen tanırım. Benim savaşım, onun üzerinden kendimle.

Mesela annemler seni istemeye gelse, ben orada olmam; ama yanımda olmanı istiyorum. Hep ben anlattım; ya sen, sen neler yaparsın?