Geçen hafta Berlin’in konuğuyduk. Kentin itibarlı kültür kurumlarından “Maxim Gorki Theaters” davet etmişti. Gorki Kültür Merkezi Ermeni soykırımının yüzüncü yılı nedeniyle mart ayında başlayıp nisan sonunda bitirilecek dünyaca ünlü sanatçı, aktör, sinemacı ve kültür şahsiyetlerinden oluşmuş bir toplulukla sinemadan tiyatroya, müziğe ve edebiyata varıncaya kadar önemli performanslara ev sahipliği yaptı / yapıyor.

2013 yılında İletişim Yayınları arasında çıkan “Ula Fılle Hoş Geldin” kitabım üzerinden kitabın odak kişisi Diyarbekir Ermenilerinden Udi Yervant Bostancı ile birlikte bir performans için konuk edildik. Kitap Udi Yervant’ın Amerika’da hazırladığı bir müzik cd’siyle birlikte yayımlanmıştı. Ben kitabın özgün hikâyesini anlatmak, Yervant da uduyla çalıp söylemek üzere kararlaştırılmıştı / kararlaştırmıştık.

Nefis bir tarihi mekân, Berlin’in hemen her yerine duyuruları asılmış, yaygınlaştırılmış bir kültür atmosferinin içinde bulduk kendimizi.

Bir kent adıyla birlikte kültür kimliğiyle anılınca kurumsallaşma böyle oluyor demek ki! Program öncesi, programa üç saat kala bir prova yaptık. Program saati gelip çatınca önceden giriş biletlerini ücretlerini ödeyerek alan konuklar salondaki yerlerini aldılar. Yer kalmayınca yer minderleri taşınıp getirildi. Salon amiyane tabiriyle çakılıydı. Hatta yer kalmayınca program öncesi kapılar kapatılmıştı.

Altı Nisan Paskalya Günüydü ve final programını bize ayırmışlardı. Biz de finale yakışanı yapalım dedik. Bir sürpriz yaptık Yervant’la, “Ezim Ezim eziliyor yüreğim” parçasını birlikte okuyarak programı başlattık. Sonra kitabın yüzyıllık ahının serüvenini 1915’in Diyarbekir Valisi Çerkes Reşid’inden başlayarak bir aile üzerinden Udi Yervant’a getirinceye kadar anlattım. Daha sonra da Udi’nin müzikal performansı. Salonda ağlayanlar ve ne olur program bitmesin diyenler çoktu. Nitekim program sonrası kulise kitap imzası için çıktığımızda hemen herkes keşke süre daha uzun olsaydı dedi.

Gorki tiyatrosu, çok yönlü bir kültür kurumu. Çok önemli şahsiyetleri konuk olarak ağırlıyor. Ara ve Onnik Dinkçiyan, Arto Tunçboyacıyan, Arsinee Hanciyan, İşxan Çiftçiyan ve daha kimler.

Berlin’e üçüncü konuk oluşum. İnsan yabancı bir kente gidince o kentle özdeşleşen durumla hemhal olmak, yüzleşmek istiyor. Benim her Berlin programım nedense sadece kültür üzerinden bir kent ilişkisine yer açıyor dünyamda. Bu açıdan her gidişimde Berlin’in bir başka yüzüyle yeniden tanışıyorum. Hem zaten tarihi, kimliği ve kültürel mazisi ile anılan şehirlerin ruhu biraz da böyle teneffüs edilmiyor mu?
Gorki’nin emektarları; Shermin Langhoff, Can ve Sibel çok emek vermişlerdi programa. Takdiri ziyadesiyle hak ediyorlar. Sanırım yüz yılın yüzleşmesinin bir kent üzerinden en anlamlı programı ancak bu şekilde olurdu.

Berlin’de kaldığımız süre boyunca yine memleketin has evlatları bizi yalnız bırakmadılar. Şahin ve Deniz Çiftçi kardeşler Diyarbakır Alevilerinden dostlarımız. Şahin’in Zeus Pizza mekânı yakın zamanda Almanya ölçeğinde en iyi pizza yapan ve mekân olarak üçüncülük almış. Ödüllü Diyarbakırlı Pizzacı…

Uzun zamandır görmediğim kimi eski dostları da bu vesileyle görmüş oldum. Berlin HDP’nin dayanışma gecesine katıldım. Kısa bir merhaba ve destek konuşması da yaptım. An’ı, dem’i yaşamak galiba böyle bir şey. Sonuçta yazdığınız, konuştuğunuz ve durduğunuz nokta size bir yerlerden el ve gel ediyor. Hepsi bu…