Ulrich Gutmair imzası taşıyan “Berlin’in İlk Günleri”nde, Berlin-Mitte’de olup bitenlerin hikâyesini anlatmıyor sadece. Politik, sosyal ve sanatsal bir dönüşümü ele alırken, yitip giden her şeyi de göstermeye çalışıyor. Dönemin aktörlerine de söz vererek geçmişle bağı daha sıkı kuruyor.

Berlin'i bugüne taşıyan sound

İLKE KAMAR

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra şehirde yaşanan kültürel dönüşümü anlatan bir kitap “Berlin’in İlk Günleri”. Taşra görünümlü bir şehrin çok uzun sayılmayacak sürede alternatif ve bağımsız kültürel ortama dönüşüp, nasıl kozmopolit bir şehir haline geldiğini anlatıyor. Gazeteci-editör Ulrich Gutmair imzasını taşıyan çalışma, geçen günlerde Kolektif Kitap’tan Hulki Demirel çevirisiyle yayımlandı. 1989-1996 arası yılları anlatan “Berlin’in İlk Günleri”, okuyucuyu o günlere ve olaylara taşıyarak, şehrin bohemleşmesini ve sanat merkezi haline evrilmesini ele alıyor. Duvar’ın yıkılmasından birkaç hafta önce öğrenci olarak Berlin’de yaşamaya başlayan Gutmair, o günlerin kaotik yapısını abartılı bir nostaljiden uzak ama kimi zaman melankolik bakış açısıyla değerlendiriyor. Yazarı bu çalışmaya taşıyan ise hiçbir şeyin arşivlenemediği dönemi belgeleme düşüncesi.

O günlere geri dönecek olursak. Berlin, Duvar’ın yıkılmasına hazırlıksız yakalanır. Siyasi ve ekonomik karar vericilerin kontrolü ele alması hemen mümkün olmaz. Kurumsal güçlerden hızlı davranan aktörler mekânları işgal eder ve kendi kültürel ortamlarını yaratmaya başlar. Daha çok Batı Berlin’den, Almanya’nın diğer şehirlerinden ve tabii dünyanın birçok ülkesinden gençler, Mitte’ye akın eder. Birçok boş, terkedilmiş ev hızla sahiplenilir ve o mekânlar hızla barlara, galerilere ve kulüplere dönüşür. Bodrum katlarında, harap olmuş, kullanılmayan fabrikalarda, boş garajlarda Berlin’in daha doğrusu birleşmiş yeni Almanya’nın sesi duyulur. Bu ses, bu yeni müzik ilk kez Alman gençliğinin dans ettiği müzik olmasının yanı sıra, günümüzde de dünyanın farklı ülkelerinden binlerce insanı şehre çeken müziğin ta kendisidir.

Batı Berlin’de yaşanan dönüşüm

“Eski Batı Almanya’dan ilk kez Berlin’e gelenler Duvar’ın yıkılmasından sonra Mitte’de, birdenbire istedikleri her şeyi yapabilecek konuma gelmiş ama tamamen değişmiş bir dünyada nasıl yaşanacağını henüz bilmeyen Doğu Almanya gençliğiyle karşılaşıyordu. Bazı Doğu Berlinliler, Schöneberg ya da Kreuzberg’deki kısa bir gönüllü sürgün döneminin ardından geri dönmüşlerdi. Bazıları uzun yolculuklara çıkmış ya da Batı Almanya’ya yerleşmişlerdi. Ama daha şimdiden, Duvar’ın yıkılmasının üzerinden birkaç hafta geçmişken, Batı Berlinlilerle ve şehre kim bilir nereden yeni gelenlerle beraber moda, müzik ve sanatla uğraşan, DJ’lik yapan, el ilanları tasarlayan, yayınevleri kuran, sergiler ve rave’ler (dans partileri) organize eden, barlar ve kulüpler açan başkaları da vardı.”

“Almanyalı Türkler techno’nun neresinde?”

Ulrich Gutmair Duvar’ın yıkılmasından sonra şehrin, kısa sürede dünya çapında bir parti metropolü olmasını sağlayan ana etmenin müzik sitili olduğunu ‘Kreuzberg’de kebap rüyalarıyla başlayan döngünün Doğu Berlin’in techno kültürüyle kavuşmasında önemli bir tetikleyici olduğunu savlıyor. Peki, bu dönüşümde Türkler var mıydı? Ya da ne kadar etkili oldular? Bir dönem ırkçılığın etkisiyle Berlin’deki techno kulüplerinden Arap ve Türk çocuklarının uzak tutulmalarını, Türklerin techno ve hip hop kültüründe önemli bir söz sahibi olamamalarının nedeni olarak görüyor Gutmair. Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen ‘Türk kökenli iki genç insan’ bu yeni müzikte etki uyandırdığı etkiyi ortaya koyuyor: “Biri Can Oral, Türk baba ve Finli bir annenin oğlu olarak Frankfurt Main’de dünyaya geldi. Can, müzik alanında ortağı Walker’le beraber doksanlı yılların ortasında Khan ismini kullanarak Elektro’da sahne aldı. Diğerinin ismi Serdar Yıldırım. Doğu Berlin’de, Duvar’ın yıkılmasından sonra açılmış ilk techno kulübüne, bodrum katında ev sahipliği yapmış Kunsthaus Tacheles’in hemen önünde bir büfe işletiyordu Serdar Yıldırım. Serdar’ın büfesinin hemen yanında kampını kurmadan önce Elektronun müdavimlerinden olan Klaus Fahnert’in hayatından bazı anekdotları ondan dinledim. Anne babası misafir işçi olarak bu ülkeye gelmiş insanlardan bahsetmeden bugünün Almanya’sına dair bir hikâye anlatmak neredeyse imkânsızdır.”

Gutmair, çalışmasında bu iki gencin hikâyesine önemli bir şekilde yer veriyor. Ve Berlin’in, kültürel atmosferiyle müzikal açıdan önde gelen mekânlarını, kulüplerini, barlarını ve eğlence hayatını çok çeşitli örneklerle yineliyor. Çok kültürlü yapı içerisinde elektronik müziğin yaygın bir tür olarak öne çıkmasına da uzun uzun yer veriyor.

Kitap, Berlin-Mitte’de olup bitenlerin hikâyesini anlatmıyor sadece. Politik, sosyal ve sanatsal bir dönüşümü ele alırken, yitip giden her şeyi de göstermeye çalışıyor. Bunu yaparken Berlin’in kuruluşundan tutun da şehrin müttefikler tarafından bombalanmasına kadar farklı kişileri ve olayları ele alıyor. Dönemin aktörlerine söz vererek geçmişle bağı daha sıkı kuruyor. Onların anılarını bize anlatırken, birleşmiş yeni şehrin portresini ortaya koymaya çalışıyor ki Berlin’in bugünkü imajında o portreden birçok iz bulunabilir:

“Batı Berlin ile Doğu Almanya’nın eski başkentinin birleşmesi dans pistlerinde, barlarda, sergi açılışlarında ve işgal edilmiş evlerde yataklarda gerçekleşti. Mitte’de herkes bir yerlerden geliyordu, yerinden hiç kıpırdamamış olanlar için bile geçerliydi bu. Doğu Almanya’nın eski başkentinin sakinleri oldukları yerdeydiler gerçi ama bir akşam kapılarını kapatıp yatmışlar, uyumuşlar ve ertesi sabah başka bir şehirde uyanmışlardı.1989 sonbaharında SED merkez komitesini kovan ve kış aylarında Stasi’nin Normanen Caddesi’ndeki merkezini işgal edenler, Duvar’ın ardındaki dünyayı görmek istiyorlardı. Oysa sadece birkaç ay sonra dünya onlara gelmişti. O günden beri Mitte’nin sokaklarında İngilizce, İspanyolca, İtalyanca ve Rusça konuşuluyordu.”

Tüm bunların yanı sıra Berlin’de özellikle 1989’da duvarların yıkılmasıyla hız kazanan kentsel dönüşüme de yakından tanık olmuş Ulrich Gutmair ve o günlerden de ilginç detayları paylaşıyor. Kreuzberg, hippiler, ev işgalcileri, punklar, otonomlar ve misafir işçilerin yaşadığı yer olsa da burada turizm ve emlak piyasasının nasıl büyük rol oynamaya başladığını konu ediniyor. Kocaman blokların tatil apartmanlarına dönüştürülmesine dikkat çekiyor yazar.
“Berlin’in İlk Günleri”, o günlere dair tarihe not düşen önemli bir çalışma. Şehrin dönüşümü ağırlıklı olarak kulüpler, galeriler ve kültürel aktivistlerin üzerinden ele alınıyor. Siyasiler ve sermaye şehri yeniden yapılandırma da çok belirgin değiller. Gutmair, gücü elinde bulunduran karar vericileri sanki unutuyor ya da umursamıyor.