Berlinale’nin ilk yarısı tamamlanmışken filmler içinden öne çıkan Volevo Nascondermi (Saklı), First Cow (İlk İnek) ve Undine’e dair ufak notlar

Berlinale 2020 Günlüğü-3: Yarışma Seçkisinden Akılda Kalanlar

SEÇİL KALENDEROĞLU/BERLİN

Berlinale’nin bu seneki on sekiz filmlik ana yarışma seçkisinde, daha önce pek çok festivalde filmleri yer alan Hong Sangsoo, Abel Ferrara, Christian Petzold, Philippe Garrel, Kelly Reichardt gibi yönetmenlerin çalışmaları var. Festivalin açılış filminin yarattığı hayal kırıklığı sonrası yarışma bölümünden gelecek filmler merak konusu olmuştu. Berlinale’nin ilk yarısı tamamlanmışken bu filmler içinden öne çıkan Volevo Nascondermi (Saklı), First Cow (İlk İnek) ve Undine’e dair ufak notlarımı paylaşıyorum.

VOLEVO NASCONDERMİ (THE HİDDEN AWAY)

berlinale-2020-gunlugu-3-yarisma-seckisinden-akilda-kalanlar-693758-1.

Berlinale’nin yarışma bölümünün ilk gösterimlerden biri, Giorgio Diritti’nin yönettiği “Volevo Nascondermi” (The Hidden Away) oldu. Film, hayvan ve insan portreleri yanı sıra heykelleriyle de meşhur sanatçı Antonio Ligabue´nin gerçek hayat hikayesine dayanıyor. İsviçre’de doğan ve öz annesinin babası tarafından öldürüldüğü düşünülmekte olan Ligabue (Germano), kendisini para karşılığında evlat edinmiş bir aile tarafından büyütülür. Çocukluğu boyunca, okul arkadaşları ve öğretmenleri tarafından çeşitli zorbalıklara uğrayan Ligabue’nin, annesinin de kendisiyle kurduğu istismarcı ilişki filmde gözler önüne serilir. Toplum tarafından kabul görülmeyen ve hayatının büyük çoğunluğunu akıl hastanelerinde geçiren Ligabue, sonunda doğup büyüdüğü ülkenin dışına sürüklenir. İtalya’da yeni ancak eskisinden çok da farklı olmayan bir başlangıç yapan Ligabue, bir süre sonra kendisine tesadüfen rastlayan ve yardımcı olmak isteyen ressam Renato Mariono Mazzacurati (Petro Traldi) ‘yle tanışır. Bu karşılaşma, Ligabue’nin hayatını tamamen değiştirir ve Mazzacurati’nin atölyesinde geçirdiği vakitler bugüne kadar saklı olan yeteneğinin ortaya çıkmasını sağlar.

Kuşkusuz filmin en büyük gücü olan İtalyan aktör Elio Germano’nun geçirdiği fiziksel dönüşüm takdir edilesi. Germano, Ligabue’nin yaşadıkları karşısında verdiği anlık şiddetli tepkileri ve geçmişin yarattığı iç acıları neden olduğu duygusallığını, oldukça başarılı bir performansla ortaya koyuyor. Ancak filmden aklımızda bu performanstan çok daha fazlasının kalmadığını da belirtmek gerek.

FİRST COW

berlinale-2020-gunlugu-3-yarisma-seckisinden-akilda-kalanlar-693759-1.

İlk günlerin öne çıkan filmlerinden biri en son If İstanbul 2017’de “Certain Women” filmiyle izlediğimiz, “Wendy & Lucy”, “Old Joy” gibi filmleriyle hafızalarımızda yer etmiş olan yönetmen Kelly Reichardt’ın son uzun metraj çalışması “First Cow” oldu. Jon Raymond´un “Half Life” romanından uyarlanan film, Reichardt’ın filmlerine mekân olarak seçmeyi sevdiği Amerika’nın batısında, vahşi bir ormanda geçiyor. 1820’lerin Oregon’unda, bir av bölgesinde karşılaşan aşçı Cookie (John Magaro) ve Çin kökenli King Lu (Orion Lee), statüleri olmayan ve gelecekleri belirsiz birbirine yabancı iki kişidir. Hayatlarını devam ettirebilmek için de ormanın sunacağı nimetlere muhtaçlardır. Kısa sürede “birlikte” mücadele yoldaşı olan bu iki adam, kendilerine “yağlı kek” yapmak için yaşadıkları koloninin İngiliz şefinden (Toby Jones) bir miktar süt çalarlar. Daha sonra çok lezzetli olan bu yağlı keklerin artı değerini keşfeden ikili, kendilerini ormandan kurtarabileceklerini fark ederler ve çaldıkları süt bir yağlı kekten daha fazlasına sahip olabilecekleri bir metaya dönüşür.

Filmin kuşkusuz en güçlü yanlarından biri görselliği, batının görsel zenginliğini başarılı bir şekilde kullanan Reichardt, seyirciyi ormanın içinde yaşatıyor. Mantarlar, eğrelti otları, yaban mersinleri ve daha nicesiyle Anna Tsing’in “latent commons” (gizli paylaşılanlar) kavramını doğrular biçimde birlikte işbirliği içinde yaşıyorlar. Filmin başlangıcında gösterilen aynı ormanın günümüzdeki halinin aksine insanların da o dönemde, bu işbirliğinin bir parçası olarak ormanın gölgesinde yaşayabildiği görülmektedir. Ancak Cookie ve King Lu’nun bir başkaldırının parçası olmaktan ziyade ilerlemenin parçası olmak isterken hikayelerinin tehlikeli bir yere evrildiğini görürüz. Batı Amerika’ya odaklanan nadir kadın yönetmenlerden biri olarak, bu son derece erkek egemen alanı ele elen Reichardt’ın, “First Cow” da neredeyse hiçbir kadın karakterin sesinin bile duyulamayışı ise hayal kırıklığı yarattı.

UNDİNE

berlinale-2020-gunlugu-3-yarisma-seckisinden-akilda-kalanlar-693760-1.

Daha önce “Barbara” ve “Transit” gibi filmlerinden hatırlayabileceğimiz Almanya menşeili yönetmen Christian Petzold’un son filmi Undine, yönetmenin alışılagelmiş tarzının dışına çıkarak dram, fantastik ve gerilim unsurlarını iç içe geçirdiği bir çalışma. Filmle aynı adı taşıyan ana karakter Undine (Paula Boer), Berlin’de müze rehberi olarak çalışmaktadır. Undine’in Berlin’in mimari tarihiyle ilgili yaptığı konuşmalar izleyenleri şehrin içinde bir yolculuğa çıkarırken, Undine’in şehirle kurmuş olduğu eklektik ilişkiyi de gözler önüne sermektedir. Aynı gün içerisinde sevgilisi tarafından terk edilen Undine, kendisini müzede dinlemiş olan endüstri dalgıcı Christopher (Rogowski)’la da fantastik denebilecek bir deneyim yaşar. Bu olaylar ikisini bir araya getirirken, ilişkileri de filmin ana merkezine oturur. Karakterlerin sıfatlandırılmalarını güçleştiren belirsizlik ve değişkenlikleri filmin gizem ve gerilim unsurlarını arttırır. Filmin başlangıcında yaşanan ayrılıkla yüzleşemeyen Undine’in ertelediği bu yükün ağırlığı altında film karanlık bir yere sürüklenir. Olay geçişleri esnasındaki karakterlerdeki ani sıçramalar ise izleyici için filmi takip etmeyi oldukça yorucu bir hale getiriyor. Bir noktada Undine’in hikayesi sıkışıp kalırken, ne Bach’ın D Minor konçertosu ne de görüntü yönetmeni Hans Fromm’un yakaladığı başarılı kareler filmi yukarılara taşıyamıyor.