Berlinale 2020 Günlüğü: Kamera Ödülü 2020`nin sahibi Ulrike Ottinger ve son filmi Paris Calligrams

SEÇİL KALENDEROĞLU/ BERLİN

70. Berlin Uluslararası Film Festivali'nin, film yapımına özel bir katkıda bulunan ve festivalin yakından bağlantılı olduğu kişilikleri ve kurumları onurlandırmak için verdiği Berlinale Kamera ödülü, yönetmen ve sanatçı Ulrike Ottinger'in oldu. Alman sinemasında, feminist bakış açısının öne çıktığı filmleriyle kendine özel bir yer edinmiş olan Ottinger`in, aynı akşam otobiyografik belgeseli Paris Calligrams`ın da (Paris Kaligramları) dünya prömiyeri yapıldı.

Ottinger, zengin hayal gücü, kullandığı büyülü figürler ve gerçeküstü stili, egzotik kostümleri, grotesk sahneleri ve ironik müzikleriyle izleyenlerin hafızalarına kazınan filmler yönetti. 20. yüzyıl sanat trendlerine karşı daha bireysel bir estetik evren oluşturan Ottinger, bir fotoğraf sanatçısı ve ressam olarak görsel bir dil yaratmaktadır ve onun filmlerinde diyaloglar, daha çok bu tasarlanmış görsel anların üzerine kurulmaktadır. Ottinger, insanlık tarihinin köklerinden günümüze kadar uzanan dünya tiyatrosu (welttheater) olarak tarif ettiği önyargı, yetersizlik, güç arzusu, korku, delilik, zulüm etrafında çevrelenen günlük yaşamın insanlık hallerini ele alır.

İlk uzun metraj çalışması olan “Madame X: An Absolute Ruler” (Madame X: Mutlak Bir Hükümdar, 1977), Hollywood klişelerini bozarak ev hanımlığının içine hapsolmuş kadınların, kendilerine altın ve macera vaat eden dominatrix bir kaptanın pesine sürükleyen korsanlık hikayelerini cesur bir mizahla anlatır. Erkek egemenliğiyle ilişkilenen güç sembollerini, Madam X’in (Tabea Blumenschein) karizmatik, narsist karakteri üzerinden yorumlayan Ottinger, cinsiyetin şiddetle ilişkisini ve şekilsiz değişkenliğini hatırlatır.

Ottinger`in bir diğer filmi olan 1981 yapımı “Freak Orlando” (Acayip Orlando), Woolf`un feminist, kuir ögelerle harmanlanan Orlando (1928) romanına gönderme yaparken, Tod Browning`in barok karnaval kültü filmi Freaks (1932)’e de selam verir. Gerçekliğin kusur diye addedilen güzellik formlarını bir ayna gibi göstermekten çekinmeyen Ottinger`in filmlerinde, küçük insanlar, hermafroditler, bedensel engelleri olan kişiler ve kuir karakterler öne çıkar. Ottinger, sinema perdesinde azınlık olarak yer alan bu karakterlerin bedenlerinin görünmezliğini kaldırarak, oluşturulmuş baskın güzellik standartları yıkmayı amaçlar. Bunu da söyle açıklar: “Manastır okulunda okuyan bir çocuk olarak sürekli içimdeki öfkeyle mücadele etmek zorundaydım, çünkü her zaman dışlanmaktaydım. Ama normların dışında olmak sizin gibi olan diğer kişileri fark edebilmenizi sağlıyor.”

1960`li yılların Paris`inde genç bir ressam olarak yaşamış olan Ottinger, dönemin Paris bohemliğinin etkisinde uzun süre kalmıştır. Geçtiğimiz akşam prömiyerini yapan Paris Kaligramlari (2019), Ottinger`in Paris`te yaşadığı bu yedi yıllık dönemin sosyogramını oluşturmak için kendi arşiv materyallerini, sanat ve film çalışmalarıyla birleştiren otobiyografik bir belgeselidir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, dünyanın dört bir yanından sanatçıları cezbeden bu şehir, aslında savaş sonrası travmasını da en derinlerinde hissetmektedir. Bir yandan Avrupa’nın özgürlük ütopyası etrafında sanatçılar arasında dolaşan bir enerji akışı söz konusuyken bir yandan da Cezayir Savaşı’nın kara bulutları şehrin üzerinde dolaşmaktadır. Şehre dair gözlemlerini figüratif bir şiir gibi ören Ottinger`in yolu Sens`in ara sokaklarından birinde bulunan Fritz Picald`ın küçük dükkânı Librairie Calligrammes’a (Edebiyat Kaligramlari) düşüyor. 1939 yılında gestapodan kaçarak Fransa, İsviçre dolaştıktan sonra 1951`de Paris`te bir antikacı dükkânı açan Picald, Nazi döneminin kendisi gibi sürgün ettiği Max Ernst, Walter Mehring gibi isimleri dükkânında ağırlıyor. Dönemin mekanlarda buluşularak fazlasıyla felsefi ve sanatsal tartışmalarının yapılma geleneği (Diskussion Kultur) çerçevesinde Albert Camus, Pierre Bourdieu…gibi isimler yanı sıra Dadaizm, sürrealizm akımlarının temsilcileri Raoul Hausmann, Tristan Tzara… gibi isimler de Librairie Calligrammes’ı ziyaret ediyor.

Ottinger`in, titizlikle bir araya getirdiği gazete kupürlerinden, fotoğraflara, dönemin müzikleriyle zengince beslediği film, izleyiciyi ulaşılması imkânsız sanatçının kişisel arşiv kaynaklarıyla buluşturması yanı sıra, Ottinger`in dünyasında samimi ve duygusal bir yolculuğa çıkarıyor.