Dünyayı edebiyat üzerinden okuma alışkanlığı olan herkes gibi, ben de ara sıra hikayeler kurgulama illetine tutulurum. İstemeden olur bu. Ama illa ki olur. Basit tesadüflerde gizli anlamlar aradığımı, önemsiz ayrıntılarda işaretler görmeye başladığımı, ya da birbiriyle ilgisi olmayan bir dizi olaya nedensellik atfetmeye çalıştığımı fark edince utanır, bu durumu örtbas etmeye gayret ederim.

Fakat bu sefer öyle yapmayacağım. Galiba bu hastalığın bir çaresi olmadığını anladım. Saklamak nafile. Yapışkan bir meret. Bir kez size musallat olduysa onunla yaşayacaksınız. Artık her tecrübenizde edebiyattan bir iz bulacaksınız. Tecrübe ne kadar acıtıcı olursa olsun.

Babamı hastaneye kaldırdığımızda da aynı şey oldu. Hafızamın derinliklerinde uykuya yatmış bir Buzzati öyküsü, saklandığı yerden fırlayıp çıktı ve beni ele geçirdi.

“Yedi Kat” adlı bu öykünün kahramanı olan Giuseppe Corte, güneşli bir Mart sabahı ateşli hastalıklar konusunda uzmanlaşmış bir sağlıkevine elinde küçük bavuluyla güle oynaya girer. Biraz ateşi vardır. Tedbirli biri olduğu için evde yatmak yerine hastaneye gitmeyi tercih etmiştir. Giuseppe’yi açık renkli mobilyalarla döşenmiş, aydınlık, temiz bir odaya yerleştirirler. Onunla beraber biz de daha ilk günden hastanenin ilginç bir özelliğini öğreniriz. Hastalar katlara durumlarının ciddiyetine göre dağıtılmışlardır. Guiseppe’nin de bulunduğu yedinci, yani son kat, en hafif durumlar içindir. Altıncı kat ağır olmayan ama önemsenmesi gereken hastalara ayrılmıştır. Beşinci kat ciddi hastalıklar içindir ve böylece kattan kata gidilmektedir. İkinci katta çok ağır hastalara bakılırken, birinci kat ise sadece çaresiz hastalıklarla boğuşanların tutulduğu yerdir.

Hikaye böyle açılır. Tecrübeli okuyucu böyle bir bilginin boşuna verilmediğini hemen hisseder. Hissettiği gibi de olacaktır. Felaket geliyorum demez. Ufak bir aksilik yüzünden Guiseppe altıncı kata alınır. Sonra beşinci katta yer olmadığı için doğrudan dörde postalanır ve olaylar gelişir. Kahramanımız sonunda kendini umutsuz hastaların konduğu birinci katta buluverir. Bütün bunlar bir yanlışlık nedeniyle olmuştur. Ama kimin umrundadır? Pencereden rüzgarda hafif hafif sallanan ağaçların göründüğü o aydınlık ve ferah oda artık bir düş kadar uzaktadır. Öykü biterken Guiseppe’yi son kez görürüz. En alt kattaki odasında, sıkı sıkı örtülmüş perdelerin arkasındaki karanlığa teslim olmuş yaklaşan sonunu beklemektedir.

İşte bu öykü o karanlıktan çıktı geldi. Nasıl gelmesin?

Bir ay kadar önce güzel bir Mart sabahı, yüksek ateş şikayetiyle hastaneye götürülen babam, bir süre Acil Servis’te tutulduktan sonra Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Enfeksiyon Hastalıkları Birimi’ne yerleştirildi. Acil’den servise çıkarıldığında yanında kız kardeşim vardı. “Kaçıncı kattasınız?” diye sordum telefonda. Hastaneye gidip nöbeti devralmak üzere giyinirken kendi kendime tekrar ediyordum: “Beşinci Kat. Beşinci Kat. Beşinci Kat.”

Unutmamak için değil. Hatırlamak için. Arada büyük fark vardır.

Babam Beşinci Kat’taki İntaniye Koğuşu’nda bir aya yakın yattı. Doktorlar hastalığı hızla teşhis ettiler. Maalesef menenjit olmuştu. Nereden çıktığı bilinmeyen bir bakteri önce omuriliğe ardından da beyin zarına yürümüştü. Durumu gayet ciddiydi.

Beşinci Kat’ın anlamı da buydu zaten. Ciddi hastalıklar. Öyküyü artık tamamen hatırlamıştım.

Beşinci Kat’ta babamla birlikte bir aya yakın mücadele verdik. Bu süre içinde kafamda Buzzati’nin öyküsü ile dolaşıp durdum. Kardeşime hiç söylemedim ama en büyük korkum bizi aşağıdaki servislerden birine taşımalarıydı. Alt katlarda kim bilir neler vardı? Bakmaya bile korkuyordum.

Korkularımın yersiz olduğu kısa bir süre sonra ortaya çıktı. Beşinci Kat iyi bir yerdi. Herkes işini mükemmel yapıyordu. Öyküdekinin tersine, tek bir aksilik bile olmadı. Sorularımızı dikkatle dinleyen ve sabırla yanıtlayan sevgili doktorlarımıza, Ebru ve Meryem hemşireler başta olmak üzere bütün sağlık ekibine ve neşesiyle hepimize moral veren zehir gibi hastabakıcımız Aydın’a buradan bir kez daha teşekkür etmek isterim.

Kardeşlerim ve ben Enfeksiyon Birimi’ne minnettarız. Bu mücadeleyi onlar sayesinde kazandık.

Günlerce kendini bilmez bir şekilde yatan babamın ateşi sonunda düştü. Bir ara gözünü açtığında, bana nerede olduğumuzu sordu. “Beşinci Kat’tayız,” dedim ona. “Korkacak bir şey yok!”

Not. Babamın hastalığı süresince mesajlarıyla bize destek veren okurlara ve hiç vakit geçirmeden yardımımıza koşan İzmir BirGün ekibine ayrıca teşekkürler.