“Kurban Allaha yakınlaşma Yoksulla yardımlaşma demektir.”

“Kurban Allaha yakınlaşma

Yoksulla yardımlaşma demektir.”

Ankara’nın ana arterlerinde köprülere asılmış pankartlardan yalnızca biri olan bu pankart, Dünya yoksulları için kurban bağışı talebinde bulunan malum vakıflardan birine ait. Pankartın altından geçip aile boyu film izlemek üzere alışveriş merkezine park ediyorum. Daha filmin başlamasına neredeyse bir saat var.  Ailenin bir bölümü vitrin turuna çıkarken bir bölümü de kitabevine dalıyor, yeni çıkan kitaplara bir göz atıyoruz. Cemaat ve Gülen üzerine yazılmış yeni kitaplar raflarda yerini almış. Şöyle bir karıştırıyorum birini. Devasa sermaye hareketliliğinden ve kaynaklardan söz ediliyor kitabın bir bölümünde. Günün gazetelerinde Başbakan’ın Bengaldeş gezisi, cemaat okulunu ziyaret eden Başbakan’dan bir de piyasa dersi Bengaldeşlilere...

Bugünlerde Birgün Gazetesi’nde din ile ilgili yazılar peş peşe yer alıyor. İlgiyle okuyor ve izliyorum. Hatta mahalle bakkalına gösterip ne diyorsun bu işe diyorum. Bakkalın yanıtı ilginç; “Ben bu işlerden pek anlamam abi" diyor. “Din ilerici mi, gerici mi? Afyon mu, şerbet mi? Protesto aracı mı yoksa bir sığınma evi mi? Vallahi bilemem hangisi. Ama benim gördüğüm bir gerçek var bu memlekette o da; “Yürü ya kulum ile otur mok yeme kulum“ vahyine biat eden, yarın kurban kavurması ile diğer günlerde ise kendi yağıyla kavrulacak olan bir müslüman kalabalığı..” ahha da ben yalnızca bunu görüyorum. Söylediklerimi annamadıysan bayram sabahı yürü ya kulum camiinde bayram namazına gel. Gel de gör din afyon muymuş şerbet mi?”

Bizim bakkalın sözünü ettiği yürü ya kulum camisi fotoğraftaki cami. Fotoğrafa dikkatle bakarsanız yan yana iki cami göreceksiniz. Biri eski biri yeni dip dibe iki cami, iki minare...

Daha düne kadar Beştepe’nin bu arka sokakları yemyeşil bahçeler içerisinde gecekondulardan ibaretti. Hepinizin malumu üzere bir tür kentsel dönüşüm zımbırtısınn kurbanı oldu bu gecekondular. İmar durumunun değiştirilmesi ile semte dolan müteahhit kesimi arsaları toplayıp lüks siteler inşa ediverdi iki yıl içerisinde. Kendilerine birer daire verilen gecekondu sakinleri  kıt kanaat gelirleri ile ne bu evleri döşeyebildiler ne de korumaların maaşlarını, yüzme havuzu giderlerini, çevre aydınlatmasını, kamera sistemleri vs bir yığın gideri içeren site aidatlarını ödeyebildiler. Ve birer birer dairelerini satıp kentin varoşlarına doğru bütçelerine uygun yerlere çekildiler. Semte yerleşen ağırlıklı İslamcı elit, gecekondulardan arta kalan tek yapı mahallenin camisine inançları gereği dokunamadı. Ama o eski, klasik camide namaz kılmayı da kendine layık görmediği için hemen yanına fotğrafta gördüğünüz ‘estetik’ ve kendine yakışır bir cami inşa ediverdi.

Bizim bakkalın metaforu da işte bu. Süt şişelerini poşete doldururken bir taraftan da takılıyor; “Demem o ki şimdi eski camiden çıkanlarla yeni camiden çıkanlar bayram sabahı afyon şerbet tartışması yapmadan kucaklaşıp bayramlaşacaklar. Sizler ise cami avlularındaki cemaatle aranızda elli metre mesafeyi korumaya devam edip duracaksınız. Ehh iyi bayramlar komşu..”

Koltuğumun altında gazeteler eve dönerken aklıma eskiden oynadığımız halat çekme oyunu geldi her nedense. Türban meselesi, pasif laiklik, dayatmacı laiklik, özgürlükçü laiklik vs derken  halatın bir tarafında islamcılar diğer tarafında sosyalistler karşılıklı çekiyoruz. Güçlü olan diğerini çizginin kendinden tarafına çekiyor. Sosyalistler için halatı bırakıvermek bir çözüm. Ama diğer yandan aynı halatı tutan işçi sınıfının Müslüman kesimi de bir gerçeklik. Halatı bırakmakla zaten var olan bir kopuşu daha da belirginleştirmek söz konusu. Yani bir açmaz, bir iki ucu moklu değnek durumu... Sol açısından elbettki her tartışma önemli ama daha da önemisi iki minarenin arasına girebilmek her halde..

Bu düşüncelerle binaya girerken içeriden çıkan çıkan komşumun sesiyle kendime geliyorum;

“Hayırlı bayramlar komşu” diyor

“İyi bayramlar” diyerek karşılık veriyorum.

Kapının önünde apartmanın filozof kedisi kendi kendine söyleniyor; "İki minare arasında mahya olmak ya da hiç minaresi olmamak.. İşte bütün mesele..”