İzmir’deki 6.9’luk sarsıntı, deprem ülkesi olduğumuz gerçeğini bir kez daha açığa çıkardı. Ancak bu gerçek yok sayılıyor, deprem toplanma alanları ‘tarih’ oluyor… İstanbul’un en değerli arazilerinden Marmara Üniversitesi Nişantaşı Kampusu DAP Yapı’ya peşkeş çekildi. Teşvikiyeliler, o gün bugündür deprem toplanma alanı olan araziye sahip çıkmak için mücadele ediyor: “Bize nefes aldıran yeşilliğin yerine, beton bloklar istemiyoruz!”

Beton blokunuz batsın toplanma alanı istiyoruz

UĞUR ŞAHİN

Türkiye bir deprem ülkesi… Bunu 114 yurttaşın yaşamını yitirmesine neden olan 6.9’luk İzmir depremiyle bir kez daha hatırladık. “Hatırladık” derken, rant politikalarıyla ülkeyi deprem ve felaketler diyarına çevirenleri, yani iktidarı kast etmiyorum. Neden mi? Zira, dünya genelinde bu yıl meydana gelen depremlerde 198 kişi yaşamını yitirdi; bunun 160’ı Türkiyeli… İktidar, afetleri “hatırlamaktansa” unutturmayı yeğliyor, avaneleri de sorumluluklarını gizlemek için işi “kadere” bağlamayı. İzahı mümkün olmayan bu tabloyu yaratmak, korkunç bir şey olsa gerek.

Peki bu noktaya nasıl gelindi?

Biraz eskiye gidelim… Yıl 25 Eylül 1998. 2011 yılında Demirören Ailesi’nin satın almasıyla gömlek değiştiren, “eski” Milliyet gazetesinin o günkü bir başlığı oldukça çarpıcı: “Tayyip geldi, yapı denetimi bitti”. Haberde, dönemin İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Prof. Atila Ansal’ın görüşleri mevcut. Prof. Dr. Ansal’a göre, Refahlı Belediye’den önce, İstanbul’da proje bazında da olsa ‘yapı denetimi’ yapılıyordu. Prof. Dr. Ansal, ancak Tayyip Erdoğan’ın “işbaşına” gelmesinden sonra yapılan binalar için bu durumun geçerli olmadığı görüşünde. Denetimin olmadığını söylüyor ve İstanbul’un “çaresizce” depremi beklediğine işaret ediyordu.

Bugüne dönelim. Deprem yokmuşçasına hareket eden bir siyasi anlayışla karşı karşıyayız. Deprem vergilerini afet için değil, başka başka alanlarda harcayan, kentsel dönüşüm yerine rantsal dönüşümü “tercih” eden, yapılar denetlemeyen, afili ismi “İmar Barışı” olan kaçak yapıları yasal hale getiren afla felakete kapı aralayan bir iktidar… İşte bu yüzden Milliyet’te yayımlanan 22 seneki önce haber hâlâ güncelliğini koruyor. Kuşkusuz ki “onların” anlayışı değişmiyor, yurttaşın da çaresizce bekleyişi…

TANIDIK ŞİRKET

Ülke böyle bir süreçten geçerken deprem toplanma alanlarına sahip çıkmak için mücadele edenler de mevcut. Kentin Soluğu’nda bu hafta İstanbul'un en lüks semtlerinden Nişantaşı Teşvikiye sakinlerinin direnişi var.

Megakentin en değerli bölgelerinden biri olan eski Marmara Üniversitesi’nin Nişantaşı Kampusu’nun 26 dönümlük arazisinin imar planı, tam iki yıl önce değiştirildi. Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi ile İletişim Fakültesi’nin bulunduğu kampusa ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nca imar planı hazırladı. Bakanlık, arazideki ‘üniversite’ fonksiyonunu iptal etti. Yerine ise ‘ticaret ve konut’ fonksiyonu getirildi. Alanda yapılacak binaların yüksekliği ‘10 ve 5 kat’ olarak belirlenirken arazi için Emlak Konut GYO ihaleye çıktı. İhaleyi, 1.7 milyar TL'lik teklifi ile DAP Yapı kazandı.

DAP YAPI KİM Mİ?

Hani yaptığı bir konut projesinde yol alanı kalmadığı için AKP’li Üsküdar Belediyesi’nin 35 yıllık parkı yıkabilecek kadar desteklenen holding… Yönetim Kurulu Başkanı’nın AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan ile çektirdiği fotoğrafları internet sitesine koyan holding… Kısacası AKP döneminde yıldızı parlayanlardan…

DAP Yapı, bu yılın nisan ayında ‘92 konut ve 1 ticari üniteyi’ içeren projesi için ruhsat aldı; arazide çalışmalar başladı, binalar da yıkıldı. Araziye iş makineleri girer girmez Teşvikiye sakinleri hemen mücadeleye koyuldu. O gün bugündür de “Deprem toplanma alanımıza, toplu konut ve AVM istemiyoruz. Bize nefes aldıran yeşilliğin yerine, beton bloklar istemiyoruz” diyorlar.

Yağmurlu bir günde Teşvikiye sakinleriyle görüşmek için yola koyuluyorum. Hareketli bir İstanbul günü… “Komşu Ambar”da beni Teşvikiye sakinlerinden Özge Çetin, Tolga Bektaş ve Cevdet Erdost bekliyor. “Komşu Ambar” varır varmaz, demli bir çay eşliğinde sohbete başlıyoruz, ses kayıt cihazımın ‘kayıt’ düğmesine basıyor ve onları dinliyorum.

İlk olarak Özge Çetin ile konuşuyorum. Çetin aynı zamanda bir avukat… Çetin’e sürece nasıl dahil olduklarını soruyorum, şöyle yanıtlıyor: “Temmuzda iş makinelerinin alana girmesiyle projeden haberdar olduk. Merkezi yönetim, Marmara Üniversitesi’nin dağınık yerleşkesinin toplamaya niyet etmiş. Bu kapsamda şehir içerisinde kalan tüm arazileri almış, karşılığında da üniversiteye Kenan Evren Kışlası’nı vermiş, oraya da Recep Tayyip Erdoğan Külliyesi yapılıyor. Böylece kıymetlenmiş araziler, yapılan protokolle TOKİ’ye devredilmiş oldu. DAP Yapı, yüzde 40 gelir paylaşımı karşılığında ihaleyi kazandı. Tam da bu sırada imar planları değişikliği askıdayken Şişli Belediyesi, Şehir Plancıları Odası ve Mimarlar Odası, ‘Bu imar planı değişikliklerinde kamu yararı yoktur’ diyerek dava açtı. İlk derece mahkemesi reddetti, ama şu an davalar hâlâ açık, istinaf bozdu ve tekrar yerel mahkemeye gönderdi. Şu an çalışmalar sürüyor.”

beton-blokunuz-batsin-toplanma-alani-istiyoruz-802379-1.

Çetin, dava süreci devam ederken şirkete pandemi koşullarında ruhsat verildiğini aktarıyor: “Şu anda temel atma sürecindeler. İki ayrı ruhsat verildi ancak toplam üç parsel orası. Bir parsel hâlâ ruhsat bekliyor çünkü onun altından Levazım Tüneli geçiyor, İBB’nin görüşünü almak durumunda belediye. ‘İBB, önce görüş versin, ona göre ruhsat tanzim edeceğim’ diyorlar. Bildiğimiz kadarıyla da son kalan parselle ilgili henüz yapı ruhsatı tanzim edilmedi.”

Peki, belediye davacı olduğu projeye neden ruhsat verdi? Özge Çetin, hemen yanıtlıyor: “‘Biz vermeseydik, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verecekti’ argümanını ileri sürüyorlar. Biz de diyoruz ki, keşke siz vermeseydiniz, onlar verseydi de birlikte bu alanı kazanmak için mücadele etseydik.”

DEPREM UMURLARINDA DEĞİL

Konu İzmir depreminden de açılıyor. Zira bu ‘kıymetli’ arazi, gerek İBB gerekse de Şişli Belediyesi planlarında hâlâ ‘deprem toplanma alanı’ olarak görülüyor. Hatta 1999’daki Marmara Depremi’nde Teşvikiye sakinleri bu araziye sığınmış…

Çetin, “Deprem olsa nereye gideceğimizi bile bilmiyoruz” diyor ve ekliyor: “Hasbel kader bu binaların altında kalmadan canımızı kurtarabilirsek eğer barınacak ve destek alacağımız bir alanına ihtiyacımız olacak. Pandemi koşulları var. Bu koşullarda biz nerede, nasıl hayatta kalmaya devam edeceğiz? Cuma günü İzmir depremi oldu, bas bas bağırdık, ‘burası deprem toplanma alanımız’ diye. Cumartesi günü orada çalışmaya devam ettiler. Bütün ülke travma yaşamış, deprem bu ülkenin gerçeğidir ama onların hiç umurlarında bile değil.”

Özge Çetin’e “Mahallelinin tepkisi nasıl?” sorusunu yöneltiyorum. Şöyle cevaplıyor: “Bugün mahalleye sandık kurup, ‘Yapılaşma ister misiniz’ deseler, yüzde 99 istemiyoruz oyu çıkacaktır. Bizi endişelendiren başka bir mesele daha var: Levazım Tüneli yapılırken o hatta bulunan yaklaşık 10 tane binada çatlaklar oluştu. Bunun üzerine o dönemki AKP'li İBB de bir inceleme başlatıyor ve ‘Çatlaklar oluştu, ancak bunun tek sebebi tünel inşaat değil, yapı stoku eski, binalar eski olduğu için de çatladı’ diyor. Bir tünel yapıyorsunuz ve binalar çatlıyor, siz hiç ders almıyorsunuz, aynı alana toplu konut inşat etmeye kalkıyorsunuz. Oysa bu süreçte bizim mahallemizdeki binalar yenilenemedi, hâlâ yaşlanarak yaşamaya devam eden binalar var. Biz bir taraftan ölmek için acaba depremi beklesek mi, yoksa inşaatla mı ölsek gibi bir seçim yapmak durumundayız.”

Çetin, sözlerini şöyle noktalıyor: “Bizim itirazımız şımarıkça değil. Bir yerde imar değişikliği yapılabilmesinin belli kriterleri vardır. Bunun en önemlisi kamu yararıdır. Orada kamusal kullanımdaki araziyi alıp sermaye grubuna devrinde kamu yararı nerede? Şişli’de aktif yeşil alanı oranı 1,1 iken 26 dönümlük bir sürü canlıyı barından, onlarca yıllık ağaçları barındıran bir arazinin müteahhide verilmesinde nasıl yarar var? change.org’da topladığımız imza sayısı 18 bini geçti. Mahallede topladığımız ıslak imza sayısı on bine yaklaştı. Bir an önce bu yanlıştan dönülmesi gerek. Yarın çok geç olacak.”

‘KIRILDIK, ALINDIK…’

İktisat Profesörü Cevdet Erdost da Teşvikiye sakini… O da mücadele veriyor. DAP Yapı’nın çalışmalarını sürdürdüğü eski kampusun karşısında oturuyor. Neler düşündüğünü soruyorum, “Sıkıntımız büyük” diye yanıtlıyor. Erdost, pandemi nedeniyle seslerini duyuramamaktan yakınıyor. Şişli Belediyesi’ne sitemli, “Keşke” diyor; “Keşke birlikte mücadele etseydik”: “Şişli Belediyesi’ni tabii ki eleştiriyoruz ama bu sadece bir sitemdir. Çünkü biz kendilerinin buna yol açmamasını beklerdik. Biz oylarımızla destekledik, seçtik; beklerdik ki bu işe imza atmasın, karşı gelsin. ‘Başkanımız önümüzde’ diyebilseydik. Kırıldık, alındık… Tabii ki biz yine belediye başkanına sahip çıkacağız. Ama isterdik ki o da bir defa bize sahip çıksaydı, bu hale gelmeseydik. Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay, yokluğa rağmen sabah 5’te İller Bankası’nda sıraya girerdi, üç kuruş para alıp Ankara’ya hizmet edebilmek için. Ankaralıların yanındaydı, Kadirli Kaymakamı Mehmet Can vardır, tarihe geçmiş, bakanlık yapmıştır. Ağalara karşı yoksulların yanında durmuş ve tarihe geçmiştir. Biz de belediye başkanından bunu beklerdik.”

KOMŞULUK GÜÇLENDİ

Ardından Şişli Kent Konseyi Genel Sekreteri Tolga Bektaş ile laflıyoruz. Bektaş, “Bir kent yaşanırken gecekondusuyla, çınar ağacıyla, esnafıyla beraber korunmalı” diyerek başlıyor sözlerine. Bektaş, DAP Yapı’ya karşı yürütülen mücadelenin komşuluk ilişkilerini güçlendirdiğine dikkat çekiyor. Hemen devamında da şu ifadeleri kullanıyor: “Yeni binaya karşı olmak gibi bir şey yok. Yeni bina da olur ama sen mahalle dokusunu kaybedersen İstanbul’u da kaybedersin. Yabancılaşmayı davet edersin, sonra ‘kadim’ diyemezsin. Bu sözümüz en çok muhafazakâr ve mütedeyyinlere… Oysa muhafaza eden biziz, mahalleyi, komşuyu ve dayanışmayı koruyan biziz. Pandemide dayanışmanın ne kadar işe yaradığını gösteren mahalleyiz biz. Orta-üst denilen Nişantaşı’nda her gün üç kap yemek çıktı ve Maçka Parkı’ndaki evsizlere götürdü bu semt. İnan bu dayanışma DAP Yapı mücadelesiyle perçinleniyor. Mahalle birbirini tanıyor, birbirine selam veren insan sayısı arttı, komşuluk başladı. Niye, çünkü aynı dertten mustaribiz. Mücadele yaşam alanlarının mücadelesidir.”

NİŞANTAŞI'NIN GÖBEĞİNDEKİ GECEKONDU MAHALLESİ

beton-blokunuz-batsin-toplanma-alani-istiyoruz-802383-1.

DAP Yapı’nın “çalışmalarını” sürdürdüğü arazinin hemen bitişiğinde bir gecekondu mahallesi de bulunuyor. Ancak Ihlamur Kasrı'nın üstündeki Köşküstü Sokağı’na girmemle, yıkık gecekonduları görmem bir oluyor. Burada yaşayanlar, 1950’lerde kurulan mahallenin “kaderini” de DAP’ın projesinin belirlediği görüşünde. Bir süre sokakta adımlıyorum, gökdelen “manzarasına” yıkık gecekondular eşlik ediyor. Gecekonduların yıkım gerekçesi ise İBB’nin üstü ‘yeşil alan’ olan otopark projesi… Mahallede kalan 11 gecekondu sahibinden Dügel Ailesi’ni ziyaret ediyorum. Dügel Ailesi’nin oturduğu bu küçücük gecekonduyu, soba ısıtıyor. İlk sözü, 83 yaşındaki Hatun Dügel alıyor. “50-60 senedir burada otuyorum” diyor ve mağdur edilmemelerinin gerektiğini söylüyor: “Yıllardır buradayız. Burada bir çocuğumu, eşimi ve babamı kaybettim. Ömür burada bitti. Biz burayı parayla satın aldık ama bizi hak sahibi etmiyorlar. ‘Tapunuz geçersiz’ dediler ama evini satıp Beşiktaş’tan ev alanlar var, bize ise bir şey yok. Eskiden burası çok kalabalıktı, her yer çoluk çocuktu. Yıkıldıktan sonra herkes kaçtı gitti. Biz kaldık burada. Daireden iyi, ayağımız toprağa değiyor, dairede sokağa çıkamıyorsun. Kara bela gibi bir şey!”

Hatun Dügel’in oğlu Özgür Dügel ile de konuşuyorum. Özgür Dügel, bir ceviz ağacını gösteriyor, “Annem dikmişti bunu” diyor. Özgür Dügel, şunları anlatıyor: “Burası 22 haneydi, 11’i yıkıldı, 11 tanesi kaldı. İBB’ye ait burası. İBB de herhalde DAP’a verecek. Bizi çıkartacaklar ama ‘Mağdur etmeyeceğiz diyorlar’, ne olacak bilmiyorum. Kimileri baskı üzerine korkup gitti, Seyrantepe’de daire satıyorlar, oraya gittiler. Biz de burada eskiyiz, burada doğdum büyüdüm ben. Her taraf enkaz, böyle de yaşanmaz. Annem mesela başka bir yerde yapamaz. Bizden biri Seyrantepe’ye gitti, rahmetli oldu. Çünkü yeni bir ortam, kimseyi tanımıyor. Resmen psikolojisi bozuldu ve öldü. Eşi de beni arıyor, ‘Ya özgür orayı çok özledim, arıyorum, mahvoldum’ diyor. Daha önce büyükşehirde AKP vardı, onlar bizi çok mağdur etti ve her seçimde kandırdılar. Bizi tehdit ettiler, çoğu gitti, biz direndik. Şimdiki başkan ılımlı, bizimle diyalog yolu açık. Muharrem Keskin ile de görüştük, ‘Bizi başka bir yere sürmeyin, annem ölür’ dedim. ‘Elimizden geleni yapacağız’ dedi.”

BÖYLE YAŞANMAZ Kİ…

Özgür Dügel, sözlerini şöyle noktalıyor: “Böyle yaşanmaz ki, eve de bir şey yapamıyorsun. Bu sokağın en yeni evi bu ev, gerisini sen anla artık. Bir an önce bir şey yapılmalı artık burada hayat yok. Bu kışı ya çıkartır ya da çıkartamayız. Sokağın başında bir ev var, bir de bu, böyle olmaz. Annem de yaşlı artık, önceden horozları, tavukları vardı ama artık olmuyor. Talebimiz burada kalmak, mağdur olmamak.”

beton-blokunuz-batsin-toplanma-alani-istiyoruz-802384-1.