Ekonomide büyümenin sağlanması, anaakım iktisadın en öncelikli hedeflerinden biridir. Bu akıma bağlı hükümetler de ekonomide büyümeyi, beklendiği gibi hedef ve stratejilerinde en ön sıralara koyar. Şöyle bir algı oluşturulur, ‘ülke ekonomisi büyüyorsa hepimiz zenginleşiyoruzdur’!

Oysa bir ülkenin nasıl büyüdüğü, yani gelirini nasıl artırdığı, hangi kaynaklardan gelir elde ettiği ve bu geliri nasıl-kimlere dağıttığı önemlidir. Önemlidir, zira bu hakikatler ciddiye alınmadığında yani toplumun geleceği, refahı önceliğe koyulmadığında ortaya yüzde 7,4 büyüyen fakat yüzde 11 civarı işsizliğin olduğu, çift haneli enflasyon üreten, parasının gelişmiş ülkeler para birimleri karşında giderek değerinin eridiği bir ekonomi ortaya çıkar.

Geçen günlerde 2017 yılı büyüme rakamları açıklandı. Geçtiğimiz yılın son çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 7,3; 2017 genelinde ise yüzde 7,4 büyüme gerçekleşti. Hatırlarsak 2016 yılında ekonomi yüzde 3,2 büyümüştü. Zaten ardından da milli gelirin hesaplanmasında revizeye gidildi, tüm hesaplama yöntemleri değiştirildi. Bu sürecin bir kez daha altını çizmekte fayda var, çünkü önümüze bugün koyulan büyüme oranları, uluslararası standartlara uygun olarak sanayi ve hizmet iş kollarından tedarik edilen serilerden değil, Maliye, İçişleri Bakanlığı gibi kurumların kayıtlarından elde edilmiştir. Yani ‘bakkal kaydı’ gibi son derece hataya açık, zayıf verilere dayanmaktadır.

Hesaplamayla ilgili başka bir sorun ise, büyümenin alt kalemlerinde yatıyor. Milli gelirde hesap değişikliğine gidildiğinde, yine hatırlayacak olursak, başta sanayi verileri olmak üzere birçok alt kalemde büyük bir uyuşmazlık ortaya çıkmıştı. Örneğin 2017’nin ikinci çeyreğinde sanayideki üretim artışının üç katı kadar bir büyüme kayıtlara geçmişti. Üretimsiz büyüme nasıl mı olurmuş, işte böyle.

Şimdi 2017 yılı büyümesinin alt kalemlerine baktığımızda, muazzam güzellikte bir tablo önümüze çıkıyor. Tüketimden yüzde 4,4’lük, yatırımdan yüzde 2’lik, ihracattan yüzde 3’e yakın katkı, yani her sektörden büyümeye pozitif bir katkı izleniyor.

Üretim yönünden büyümeye konulan katkılara bakıldığında ise sanayi sektörünün 1,8 puan katkısı göze çarpıyor. Makine ve teçhizat yatırımlarının da yüzde 8,3 artış ile büyümeye 1 puan katkı sunduğunu görüyoruz. Sanayiye ilişkin bu tablo ilk bakışta katma değerde lig atlayan, sanayi hamlesine girişmiş bir ekonomik görüntüyü bizlere sunuyor. Peki, Türkiye’de böyle bir yapı var mı? Yok.

Sanayinin belkemiği olan imalat sanayinde kapasite kullanım oranı 2016’ya göre 2017’de 1 puanlık artış yaşamış. GSYH artışı ile karşılaştırıldığında bu artış yok değerinde kalıyor. Ayrıca bu 1 puanlık artış da devam ettirilememiş, 2018 Mart ayında 2016 yılının da gerisinde kalarak iki puan birden gerilemiş.

Dahası teknolojik yeniliğe ve istihdama ihtiyaç duyan imalat sanayinde istihdam da yaratılamamış. Yüzde 8 üzeri büyüyen sektörde yaratılan istihdam sadece 54 kişi!

Elbette şunu sorabiliriz, teknolojiye yatırım yapılmış ve verimlilik arttığı için ilave istihdama ihtiyaç pekala da duyulmamış olabilir. Bunun yanıtı için yatırımlara bakalım. Özel tüketim harcamalarından sonra 2017’de büyümeye en fazla katkı yatırım harcamalarından gelmiş. Bu güzel. Peki hangi sektör yapmış bu yatırımları? İnşaat!

Yani öyle ortada teknoloji yatırımı, fabrika-teçhizat yatırımı falan yok. Hem de onca teşvike rağmen yine de yok.

Başa dönersek, 2016 yılında yüzde 3,2 büyümüştük. 2016 büyümesi neredeyse tamamen özel tüketim harcamaları kaynaklıydı. 2017’de yüzde 7,4 büyüdük ve buranın da kaynağına bakıldığında yine en büyük katkı özel tüketim harcamalarından kaynaklanıyor. Aradaki farkın ise inşaat sektörü tarafından kapatıldığı ortada.