İçinde bulunduğumuz dönemde bilgi, en önemli meta haline gelmiş bulunuyor. Bilginin diğer meta türlerinden farkı, maddi olmaması nedeniyle hızlı dolaşıma girebilmesi. Bilgi insan ve insan olmayan bir dizi öğenin bir araya geldiği bir süreç içinde üretildiği ölçüde, üretimi dikkatli bir organizasyon gerektiriyor. Bilgi üretim süreci, teknoloji, altyapı, sermaye, ama hepsinden önemlisi o bilgiyi üreten nitelikli işgücü gerektiriyor.

Bu tür bir konuyu gündeme getirmemin temel nedeni, son dönemde bilgi sermayesinin en fazla yoğunlaştığı yer olan teknokentlerde çalışan bilişsel emek üzerine yürüttüğüm bir araştırma sürecinde yaptığım bazı tespitler. Kestirmeden söyleyeyim; Türkiye’nin en nitelikli üniversiteleri ve en gözde bölümlerinden mezun olup, bilgi üretiminin farklı sektörlerinde çalışan görece genç kesimler, her gün biraz daha büyüyen bir dış göç dalgasına katılıp, gelişmiş kapitalist ülkelere göç ediyorlar. Hollanda, Almanya ve İngiltere başta olmak üzere, ABD ve Kanada’da göç edilen ülkeler arasında!

Bir teknokent yöneticisi, “Hollanda firmaları sanal ortamda yapılan iş görüşmelerinde, eğer ASELSAN gibi kurumlar için bir yıl çalışmışsanız, ikinci bir soru sormadan iş teklif ediyor” bilgisini veriyor. Sıklıkla söylenen şu; “bilişim sektöründe çalışanlarımız son derece nitelikli ve Türkiye’den gidenler, gittikleri ülkelere ve iş teklif eden firmalara maliyet açısından benzer konumdaki yerleşik çalışanlarından çok daha ucuza mal oluyor. O yüzden havada kapılıyorlar.”

“Türkiye’deki siyasal belirsizlikler”, “yaşam koşullarının zorlaşması”, “çocukların geleceğine yönelik kaygılar”, “batının kentlerinin vadettiği olanaklar”, göç kararında önemli etmenler olarak ifade ediliyor. “Hafta sonu kampüs dışında çocuğumu götürecek bir yeşil alan yok bu şehirde” diye ekliyor göç etme eğilimini açıklarken bir yazılım uzmanı. Göç hazırlığı yapan bir görüşmeci, “çocuklarımı bunca sorunun ortasında ve eğitimin çöktüğü koşullarda yetiştirmek istemiyorum” diyor. Bir diğer görüşmeci, “ücretlerdeki aşınmanın son birkaç yıl içinde dramatik boyutlar kazanması nedeniyle göç kararı aldığını”, “ayrılacağını çalıştığı şirkete bildirdikten sonra ciddi bir ücret artışı verildiğini” söyledikten sonra, “ama asıl ailelerimizin baskısı nedeniyle göç kararından vazgeçtik” diye ekliyor.

Firma sahipleri ise nitelikli işgücü bulmakta her gün biraz daha zorlandıklarından şikayet ediyorlar. İşyerlerinde belli bir süre çalışıp yetkinleştikten sonra yurtdışına gitme kararı alanları çaresizce izlediklerini belirtip, bu konuda bir devlet politikasına ihtiyaç olduğunun altını çiziyorlar.

Yazıyla uğraşırken e-postama düşen bir bilgi bu tür sorunlara kafa yorması gereken devlet kurumlarının başka işlerle uğraştığını gösteriyor. E-postada Ankara’nın Oran Şehri bölgesinin Eymir Gölü’ne bakan yamaçlarında planda ağaçlandırılacak bölge olarak gösterilen 6 hektar büyüklüğündeki bir alan, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Cumhurbaşkanlığı tarafından onaylanan bir plan değişikliğiyle “yüksek yoğunlukta konut alanına” dönüştürüldüğü bilgisi var.

Söz konusu yoğun konut alanı kararı verilen bölge hali hazırda benzer türden konutlarla donatılmış durumda ve söz konusu alan ve Ankara’nın benzer bölgelerinde geçtiğimiz dönemde yapılan görece lüks konutların dikkate değer bir bölümü, geceleri prestij açısından ışıkları açık bırakılsa da boş bekliyor.
O konutların hedeflediği kitle içinde sözünü ettiğim bilişim ve benzeri sektör çalışanları önemli bir yer tutuyor. Onlar bavullarını hazırlıyorlar bu arada; boş siteler için değil, Amsterdam’a taşınmak için hazırlanıyor bavullar!

Kısaca, iktidar sahipleri için beton, bir sabit fikir haline gelmiş olabilir. Betonun sabitliğini tartışacak değilim. Ama gördüğüm büyük şehirlerde fikir gidici, hem de uzaklara!