Yazıyı yetiştirmem lazım, bilgisayarın etrafında dolanıyorum. Aklımda türlü fikirler var, zaman hızlı akıyor bu çağda, hele ki bizim memlekette… Sözüm eskisin istemiyorum, ertesi güne de kalsın… Üstelik bir işe yarasın istiyorum, okurun zamanı çalınmasın, oyalamayayım onu… Gözüm sürekli sosyal medyada, Nuriye ve Semih tutuklamaya sevk edildi. Umutlu bir söz etmek için çırpınıyorum… Güç…

AKP çıtayı iyice yükseltti. Dünya zalimleri arasında özgün, biricik bir yer edinecek belli! Evladının kemiklerine kavuşmak için canını ortaya koyan babayla dalga geçiliyor. Evet, öyle… PTT yoluyla mı, kargoyla mı gönderileceği tartışılıyor bir yandan… Sadece işlerini geri istediği için iki genç insan ölüme yattı, hızlandırmak için tüm aileleriyle birlikte tutukluyorlar… Kimin eli tetikte bilmiyoruz ya da biliyoruz da, bir türlü söylemiyoruz…

OHAL var ya… “Emri ben verdim” kulağımdan silinmiyor o ses… Analar ağlamayacaktı, kolunu “Hayata Dönüş” cinayetinde yitiren, ekmeğini güçlükle kazanırken bir KHK ile kapı önüne konan Veli Saçılık’ın annesi ayaklar altında… Kahır bu… Fotoğraflara bakarken ölüyor insan…

İktidar: “Tekel ve Gezi” türü bir eylem başlayacak diye tedirgin. Bense bir anayı ayak altına alan polisin fotoğrafına bakıyorum, anlamaya çalışıyorum… İnsan nasıl bir varlık, bu hale nasıl geliyor? Hadi Yerkel tekmeyi basarken Soma’da madenciye, iktidarın sopasını vurduğunu biliyor, güç devşirmeye çalışıp, göze girmek istiyordu… Peki ya sen anneyi ayak altına alan polis, bunu ne için yapıyorsun? Merak ediyorum. Muhtemelen yoksul bir ailenin çocuğusun… Belli ki inançlısın, muhtemelen milliyetçisin ve bir teröristi ezdiğini düşünüyorsun… Değil ama işte… Bir ana o… Kolunu zalimlerin elinde yitirmiş evladına “Veli’m Veli’m” diye haykıran bir ana… Korkmaz, teslim olmaz…

Manchester’da katliam oldu gece yarısı… Haber ilk düştüğünde bir felaket olduğunu anladım… Dans eden geçlere, şarkı söyleyen kızlara oğlanlara, seven sevişen insanlara düşman bunlar… Kim mi? Nuriye açlık grevinin en zor dönemecindeyken, ona sosyal medyadan yemek fotoğrafı gönderenler, İngiltere acıyla kıvranırken “oh olsun, hak ettiler” paylaşımlarını hızla yapanlar… Hangi birinden söz edelim ki… Aramızdalar… Kıs kıs gülüyorlar… Sekiz aylık bir bebek, ilaç parası bulunamadığı için ölüyor bu sırada… Kimin umurunda… Ölümü, ölmeyi, öldürmeyi, ölüme yatmaya düşünüyorum bir yandan… Yaşamaktan söz etmeli yahu… Bahar geldi, dallarda çiçekler… Görmüyor ki göz…

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, körlüğünün sonucunu görecek mi bakalım… Gülen’e mektubu sızdırıldı, kampanya başladı! Muğla Üniversitesi’ne rektör olan zat, Gülen’in elini yalamaya gitmiş… Görüntüleri izledik… TSK yeni bir ÖSO kuruyormuş… Fehmi Koru Sözcü’yü ‘Fetullahçı’ diye gammazlamış… Herifçioğlu yıllarca başyazarı değil miydi Zaman’ın? Ne tuhaf günler… Musa Kart mahpusta olmasa ne çizerdi acaba? İçeriye haberler daha geç gidiyor… Belki acı soğuyordur zamanla kim bilir… “Leonardo da Vinci” kanalında, televizyonda, ahlakımız bozulmasın diye resimlerin kıçlarını kapamışlar! Heyhat, devlet bizi kötülüklerden koruyor…

Yazıya sığınır insan… Kimi zaman hırsla sarılır… Zaman hızla akar bu yüzyılda, düşünmeye fırsat yok… Ankara’da, hani başkent denen o koca kasabanın meydanında, cumhuriyetin kalbinde, İnsan Hakları Anıtı abluka altında, vekiller girmiş içeri, etrafları çevrili… Kelepçeli cumhuriyet, mahkûm olmuş, kıvranıyor… Hani bahar günü insan iyiliğe, güzelliğe dair bir cümle kurmak ister ya… Pespayelik, bayağılık içinde kıvranırken zor…


Birazdan kapı çalacak, okuldan gelecek kızım, gözlerinde çocuk sevinci, ağzında telaşlı günlük öyküler… Öyle bir ağırlık ki bu, evladının keyfini süremiyorsun… Hakkımız değil mi çocuklarımıza sevgiyle bakmak… Yazıyı böylece sona getirdim… Savruk, dağınık, yorgun sözcükler… Lâkin daha dün okudum mahpustan yazılan sevdalı mektupları… Böyle bir yazgıdır bu coğrafyada insan olmak… Sur’daki evleri yıkılırken yüreği sancıyan anaları düşündüm… Adı Diyarbakır’dan silinmeye çalışılan barışın Elçi’si Tahir’i… Her yerde inşaat var… Yürekler o yüzden betondan olsa gerek.