Betonun bin tonu

Yazının yanında müzik çalsın istiyorum ama gazete bu… Haliyle kağıttan hışırtı dışında ses çıkartmak çok kolay değil. İnternet sayfasındaki halinin yanına da ses konabilir ama şimdi gazete çalışanlarını da o iş için darlamayayım. Hazır işçi bayramı. Yani çalışanların bayramı.

Ben işsiz olduğum için işçi bayramı bana çok şey etmiyor. Zaten artık işçi bayramı ya da başka bir şeyi kutlamak için herhangi bir yere de çıkartmıyorlar insanı. Mesela bu 1 Mayıs, tüm İstiklal Caddesi, adına uygun bir zaferle kapatılmış. İstiklal kazanılmış ama devlet tarafından. Halka İstiklal yasak… İnsanlar için yapılmış koca koca sokaklar, binalar, meydanlar, halka yasak. Halk dediysem en zayıf halka. İmalattan halka…

“şehirlerimde güzel, ulu, canlı ne varsa

insan, cadde, çınar,

savaşında senin yanındalar.

köylerimde kelam-i kadim okunuyor

senin dilinle,

senin zaferin için...”

Gösteri nedir? Bir şeye neden itiraz ederiz? İnsan neden haykırmak ister? Neden isyan edilir? Neye isyan edilir? Neye isyan edilmez? Neden isyan edilmez? Edilir mi?

Şimdi diyorlar ki, üst akıl bunu diyen. Kocamaaan bir üst akıl, büst akıl gibi. Betondan bir büst akıl… Ve esnemez beton, sadece süner biraz, o da zamanla. Beton dayanamaz suya, yeşile, toprağa, bitkiye… Beton sevmez bunları ama ufacık bir papatya bile kırar tam ortasından çatlatır plakalar. Betondan geriye kum bile kalmaz, grinin pis elli bin tonu kalır. Her yerden eser rüzgar, tozu da alır götürür. Beton yaşayamaz, yaşayanın karşısında. Böcekler bile betonu sevmez, taşı sever ama betondan kaçar… Beton kafaya dökülmüşse ise zamanla paramparça olur. Esneyemez betondan akıllar. Düşünceler ölebilir ama yeniden de doğabilir, oysa beton bir çatladı mı, devamı çorap söküğü gibi gelir. Betondan adam olmaz, dik duran, eğilemeyen beton bir noktada çatırdar ortadan, hem de ne çatırdamak… İçinden metal donatı geçen heykeller bile yıkılırken biraz eğilirken, betondan heykeller yok olur gider. Bir yağmura bakar, bir rüzgara, bir fideye bakar. Terk edilmiş şehirlerin fotoğraflarını görmüşsünüzdür belki… Mesela Kıbrıs’daki tampon bölge. O binaların, o evlerin, o yolların hepsi yeşiller içinde şimdi. Hayat her zaman kazanır tabii ki ama daha güzeli o hayata iyi bakanlar da hayattayken hayatta kalmak.

Bahar geldi mi arılar, sinekler, böcekler, tüm tabiat uyanır. Bir böcek kadar ufak olsak da, bilin ki toprağı yaşatan da o böcek kardeş. Ne farkımız var, boyuttan başka bir böcekten, bir balinadan, bir evrenden? Hepimiz yaşıyoruz ama nasıl yaşıyoruz, onu biliyor muyuz?

Yazımı Hayaletler adlı parçayla bitiriyorum. Yazıyı bitince açın dinleyin. Sonra da açık bırakmayın, cereyan yapmasın. Elektrik manasında tabii.

Merhaba ben hangimizdim?

Hepimiz kim oluyorduk?

Hayallerin mi bi sorunu var?

Başka bi şeylere dönüyor bu

Ödünüzü koparacak bir fikrim var

Hepimiz yok olacağız

Ve hükümdar, bi onun haberi yok

Haberi yok

Sizi seviyoreeee!