Sanata bakışımı ve algılama boyutlarımı çok etkilemiştir Josep Beuys; 20. yüzyılın çok yönlü, önemli, radikal yaratıcılarından biridir.

Beuys'un ağrı odası
20. yüzyılın efsane sanatçılarından Joseph Beuys. (Fotoğraf: YKY)

İbrahim KARAOĞLU

Montjuïc’in eteğinde, Barselona’nın en önemli alanlarından biri İspanya Meydanı. Farklı yönlerden gelen ana yolların birbiri ile buluştuğu dönel bir kavşak var orta yerinde. Bir zamanlar idam mahkûmlarını asmak için darağaçları kurulur ve kamuya açık infazlar yapılırmış burada. Şimdi bir ucuna konumlanmış, tuğlalarla yapılmış görkemli bir yapı olan Las Arenas bekliyor meydanın ruhunu…

Güneşli bir kış ikindisi, metrodan çıkıp eski Arena binasının en üst katında, seyir terasındaki Happy Rock’ta kahve keyfi yapıp o gün gezeceğim yerlerin listesini yaparken birinci sıraya Joseph Beuys'un beni çok etkileyen “Ağrı Odası”nı yazıp, kentin büyülü silüetini izledikten sonra yola koyulmuştum. Meydanın aurasını yüceltiyor Las Arenas. Yetmiş yıla yakın bir süre boğa güreşleri yapılmış burada. Kim bilir nice boğanın, nice matadorun kanı dökülmüştür; ne çok acı saklıdır unutulmuş çığlıkların içinde… Katalonya’da boğa güreşleri rağbet görmemeye başlayınca işlevsiz kalmış bu koca yapı. Yaklaşık on bir yıl önce, geleneksel dış görünümünü koruyarak, büyük bir restorasyonla bir alışveriş merkezine dönüştürmüşler; ruhunu yitirmiş, ama geçmişin silinmez izlerini taşıyan bir hafıza mekânı hâlâ. Sanırım kimse unutmuyordur İspanya iç savaşı sırasında Cumhuriyetçilerin karargâhı olmasını; Mussolini ve Franko’nun faşist saldırılarına karşı direniş ruhunun burada örgütlenişini…

Bu kente geldiğimde en çok uğradığım mekânlardan biri olan CaixaForum’a doğru yürüdüm; çok yakın İspanya Meydanı’na. Beuys’un “Ağrı Odası” buranın kalbinde.

20. yüzyılın başlarından kalma, Katalan endüstriyel mimarisinin en örnek yapılarından biri bu mekân. Modernist mimar Josep Puig i Cadafalch tarafından, tuğla ve ferforje kullanılarak bir tekstil fabrikası olarak yapılmış. Fabrika bir dönem sonra iflas edince çok uzun yıllar farklı amaçlarla kullanılmış. Yüz yılı aşkın bir zamandır varsıl bir tarihin sırları, anıları birikmiş içinde. 1976’da, tarihsel/sanatsal bir anıt olarak tanımlanmış. Yıllar sonra, ”la Caixa” binayı satın alarak bir kültür merkezine dönüştürmek için tadilat başlatmış ve 2002 yılında CaixaForum Barcelona olarak açılmış. İçindeki her yer sanat ve kültür dolu. Bina yeniden restore edilirken tüm orijinal unsurları korunmuş, eski parçaları yeniden üretilmiş ve modern bir zamane heykeline dönüştürülmüş yapı. Ve ne zaman gitseniz varsıl bir sanat etkinliğiyle buluşursunuz CaixaForum’da. Kurum kendisini kültüre, sanata erişim ve kültürü yayma alanı olarak tanımlayıp böyle konumlandığı için her giden mutlu olacak güzel şeyler buluyor burada. Yalnızca süreli etkinlikler yok, sürekli izlenebilen çağdaş bir koleksiyona da sahip. 20. yüzyılın ikinci yarısının üç önemli sanatçısından kalıcı yapıtlar var. Bunlar “la Caixa” Vakfı sanat koleksiyonunun en önemli parçalarını oluşturuyor: Lucio Fontana'nın neonu; kavramsal ve minimalist sanatçı Sol LeWitt’in duvar resmi ve Joseph Beuys'un acıyı simgeleyen “Ağrı Odası”. Beni en çok “Ağrı Odası” çeker içine. Her gördüğümde Beuys’un dünyasına yolculuğum başlar o odanın içinde.

Her yeri kurşun levhalarla kaplı bir izolasyon alanı oda. Tavanda solgun ışıklı bir lamba; ürküntü veriyor mat aydınlığı. Yanında farklı boyutta iki gümüş halka asılı. İçi bomboş kocaman bir heykel bu oda. İnsanın derin bir ruh tedirginliğiyle, yalnızca kendi sesini, sessizliğini dinleyebileceği, içindeki kederi koyu bir gölge gibi büyüten bir bunaltı mekânı. Aynı zamanda insanı kendisiyle yeniden karşılaştıran bir farkındalık alanı. Kurşunun yarattığı soğukluk kuşatmış odanın aurasını. Yalnızlığı, acıyı ve yoğun bir sıkıntıyı deneyimletiyor. Tek bir kapı açık dışarıya. Önüne set çekilmiş; içeriye erişim yasaklanmış maalesef; kapı aralığından görülebiliyor. Beuys'un amaçladığı anlamın çoğunu yitirmiş bu haliyle. Oysa içeri girip dolaştığınızda daha iyi deneyimleyebiliyorsunuz acının farklı hallerini. Beuys, bu ortamda yaşanan acıyı bir arınma süreci olarak da değerlendirmiş. Kişinin acı çekerken oluşturduğu bilinci sorgulamış.

Sanata bakışımı ve algılama boyutlarımı çok etkilemiştir Josep Beuys; 20. yüzyılın çok yönlü, önemli, radikal yaratıcılarından biridir. Ömrünü sanatsal nesneler, heykeller, resimler, enstalasyonlar, çizimler, videolar ve performanslara adamış ve onlarla çoğaltmış öncü bir sanat insanı. Sanat öğretmeni, aktivist, şaman…Yaşamı da bir sanat yapıtı gibidir zaten. Unutulmaz izlerle dolu sayısız yapıt bıraktı geride. 2017’de, uluslararası sanatın en önemli, en büyük sergi arenası olan; etkileyici, güncel ve zamanın aynasından yansıyan sanatı milyonlarca sanatseverle buluşturan Kassel Documenta’yı gezerken hep aklımdaydı Beuys’un oraya diktiği yedi bin ağaç. Kırk yıl önce, sanatçı Nicolás García Uriburu ile birlikte Kassel Documenta’da ortak bir eylem gerçekleştirerek; ekoloji ve doğa savunucusu bir sanatçı tavrıyla beton blokların yanına yedi bin meşe ağacı dikmişler ve o ağaçlar bitki dokusunu değiştirmiş kentin. Bir “Toplumsal heykel" denemesi bu. Kalıcı ve yaşayan bir “sosyal heykel”. Bu projesini gerçekleştirirken ekonomik zorluklar yaşadığında pek çok sanatçı desteklemiş onu. Andy Warhol, Robert Rauschenberg gibi sanatçılar yanında yer almış, ekonomik destek sağlamışlar Beuys’a.

Bir sanatçı olarak varoluşunu; idealist ve romantik geleneğin mirasına sahiplenerek, yaratıcılığın ufkunu genişleten bir estetik anlayışıyla gerçekleştirmeye çalışmış. 1972 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Heinrich Böll ile birlikte 1974 yılında “Uluslararası Özgür Üniversite”yi kurmuş. İnsanı, özgür bir yaratıcı sürecin odağına alan bir anlayışı etkinleştirmiş bu kurum. Sanatı ve yaşamı özdeşleştirmeye çalışmış. “Her insanın yaratıcı bir gücü” olduğunu savunmuş hep. Ona göre yaratıcılığının her biçimi sanatsal bir eylemdir, “Her insan bir sanatçıdır”, yani “her insan, sosyal bir varlık olarak, kendisini ve etrafındaki dünyayı değiştirecek yaratıcı bir güce sahiptir.” Sanat dünyasının ortak belleğinin en unutulmayanlarından biri Beuys. Ondan bahsedenlerin çoğu; şapkalı, karizmatik, şaman, “kapitalizmi ortadan kaldırmak ve dünyayı sanatla iyileştirmek isteyen” bir aktivist adam diye betimler, ama tüm bunlar doğru olmakla birlikte; hiç bir kavramın içine hapsolmayacak kadar özgür bir sanatçı o.

Beuys öldüğünde Kuzey Denizi’ne dökülmüş külleri. Yıllar önce, o kıyıda, mavi yaz göğünde bembeyaz, şapkalı bir bulut vardı yukarıda; Beuys’un denize dökülen küllerinden yansımış şapkalı silüeti gibiydi. Yeryüzünü seyrediyordu; uçsuz bucaksız ağrı odasını.