Beyaz Atlı Prens dönüşünce

MELİS İNCE

Günlük, on dokuzuncu yüzyıl kadın anlatısının başlıca biçimlerinden biridir. Kadın yazarlar, günlükle ev içi yaşamı, kendi öz deneyimlerini yansıtmanın dolaysız yolunu bulmuşlardır.

Günlük, aynı zamanda büyük erkek anlatılarının yanında önemsiz sayılan ev içinin, gündelik hayatın ayrıntılarının aslında ne denli önemli olduğunu hatırlatan bir meydan okumadır.

Yazar, kadın kahramanına kadınların hayatında önemli yer tutan ayrıntıları anlattırarak bir anlamda evin ve gündelik hayatın nabzını, tarihini tutar.

Bedriye Korkankorkmaz, ‘Sis’ adlı romanında, günlük biçimine çok yaklaşan birinci tekil şahıs anlatısıyla romana adını veren karakteri Sis’in çocukluk yıllarına götürüyor.

Uzak bir Doğu kentinde, Bingöl’de geçen acılı ve yoksunluklarla dolu çocukluk hikâyesi, bize günümüz edebiyatının unuttuğu yoksul ve çaresiz insanları yeniden hatırlatıyor.

Sis’in küçük bir kız çocuğu olarak önünde iki seçenek vardır: Ya okuyup kendine ait odasında o çok sevdiği sözcüklere hayat veren bir yazar olacak ya da annesinin ve nice kadının kaderini paylaşıp baba evinden koca evine doğru yolculuğunun başlamasını bekleyecektir.

Her şeyi göze alıp ilkini seçer Sis. Parasız yatılı sınavını kazanarak İstanbul’a gelir. O artık, bütün parasız yatılıların hüzünlerini bıraktığı yatakhanelerde; Jane Eyre’in yaşama tutunmak için bir meslek edinmeye çalıştığı okul sıralarında kendi geleceğini inşa etmeye çalışacaktır.

Sis’e ailesinden de yakın olan arkadaşı Emine, ailenin, toplumun ve okulun acımasızlığına karşı kız kardeşlik dayanışmasının sembolü gibidir.

Romanda gerçek insani ilişkinin ve dayanışmanın kan bağı olmayan iki kadın arasında yaşanması ilginçtir.

Sis bir kadın olarak kendini gerçekleştirmeye çalışırken, ailesi de dâhil olmak üzere herkes yoluna engeller koymuş, hatta aşkı bulduğunu zannettiği erkek, belki de en çok onun sözcüklerle kurduğu tutkulu ilişkiyi kıskanmıştır. Oysa Emine, başından sonuna kadar Sis’i anlayan, destekleyen ve terk etmeyen tek kişidir.

Sis, bir kadının bildungsromanı (oluşum romanı) olarak çocukluk çağında başlayıp genelde olduğu gibi mutlu sonla, yani evlilikle bitmez. Tam tersine, o herkesin mutlu dediği sondan sonra ne olduğunu sordurtur okuyucuya: Kadın, Beyaz Atlı Prens’ini bulunca ne olur?

İşte bu soruyu da cevaplıyor, Bedriye Korkankorkmaz. Ne mi oluyor? Kadının kendi benliğini, isteklerini, ilkelerini yok sayıp içine girdiği aşk mabedi bir süre sonra çöküveriyor. Sis de iki çocuğuyla birlikte aşk mabedinin enkazı altınca kalınca anlıyor aslında, bir kadının ne olursa olsun hayallerine ihanet etmemesi gerektiğini.

Beyaz Atlı Prens, sonsuza dek bir kurbağaya dönüşünce Sis, geçmişte olduğu gibi seçim yapmak zorundadır. İki çocuklu, aldatılmış bir kadın olarak mutsuzluk çemberine hapsolmak ya da bir zamanlar o yoksul taşrada üşüyen ruhunu ısıtan düşlerine sahip çıkmak:

Evet, Sis belki bütün kadınların hayat bulacağı o ilk yere, kendine ait bir odaya, kendine ait bir dile dönerek, kendi hayatındaki sisi ortadan kaldırıyordu.

Bedriye Korkankorkmaz’ın ‘Sis’ adlı romanı, kentli orta sınıf kadın hikâyelerinin yanına, yoksul taşrada kadın olma hallerini de koyan güzel bir çalışma.

Günümüzde okulsuz köyler, eğitimden dışlanan kız çocukları düşünüldüğünde de güncelliğini daha uzun süre yitirmeyecek bir roman.