Aydınlık yüzü kederin sarısıyla gölgelenmiş adamın hikâyes

Aydınlık yüzü kederin sarısıyla gölgelenmiş adamın hikâyesine koyu bir hüzün bulanmıştı. Karısı, dört oğlunun peşine gelen kızının doğumunu göremeden göçmüştü dinlenenlerin diyarına. Onun yokluğunda, ömürlük sevdasının anılarına ihanet etmedi başkasıyla. Çaresiz bir yalnızlık sürdürecekti çocuklarının hatırına. Kötü zamanları nın en büyük dayanağı büyük oğluydu. Açmazlarından sıyrılırdı onun desteğiyle. Olanca işi yüklenirdi sıska bedenine de bir kez olsun sızlanmazdı. Gururu, onuru, diğer çocuklarının önünde açılan aydınlık yoluydu oğlu. Evdeki düzeni aksatmadan, kışın delici soğuğuna aldırmadan, giderdi kilometrelerce uzaktaki okula. Lise çağında, parasız yatılıyı kazandı İstanbul’da. İçini keder kapladı babanın, ama gideni alıkoymadı yolundan. Karın ilk tanecikleri uçuşurken semada, kavaklar yapraklarıyla eşlik ediyordu ayrılık anına.

Şehre ilk ayak basışında, burayla baş etmenin zor olacağını anladı. Okulun ilk günü üniversiteli hemşerisi geldi ziyaretine. Onun evinde kalacaktı, izin günlerinde. Zorluğun perdesi aralandı bu sevinçle. Seyyar satıcılığı öğrendi, harçlığını çıkardı. Hatta arttırıp, babasına götürmek için bir kenarda sakladı. Kaldığı evde kızlı erkekli pek çok insan tanıdı. Onların varlığı ile şehirin zahmetine katlandı. Evde olmadı klarında, merakla beklerdi dönmelerini. Gazete sayfalarından damlayan kan onlara da bulaşı rsa diye kaygılanırdı. Bir sonbahar sabahı kâbus gündüze bulaştı. Sevdikleri teker-teker koparıldı, zamansız budanan dallar misali. Zor dönemeçleri değil, umut dolu hayallerini yazdı babasına yolladığı mektuplarda. Tatil zamanı, göz açıp kapayana dek geçti, doyamadan sevdiklerine. Okul bittiğinde, öğretmen olarak dönecekti köyüne. Hasret yüklü bedeniyle yürürken buz tutmuş kaldırımda, sepken vuruyordu yüzüne, kavak sesleriyle.

KAVAĞIN VEDASI
Karın beyazlığı şehrin sokaklarında kirleniyordu. Tuzakları aşıp eve ulaşmak zordu. Çocukça bir telaşla, paçalarını katlayıp yürüdü, çamur üstüne bulaşmasın diye. Ev boştu. Sobayı tutuşturmaya koyulduğunda kapı çalındı telaşla. Açtığı nda, ağabeyinin kaygı dolu yüzüyle sarsıldı. Ürkek bir ceylan misali heyecanla attı bedenini içeriye. Arkadaşları götürülmüştü, sıra ondaydı! İçine kapkara bir sıkıntı çöreklendi. Sevince dair elinde kalan ne varsa, camların arasından buhar oldu uçtu dışarıya. Sabah gün ışımadan çıkıp, dönecekti okula, olmadı. Gece yarısı ev mahşer alanına döndü. Ağabeyi "o daha çocuk, beni götürün" diye yalvardı. Kara bulutlar çökmüştü üzerlerine, aydınlığa giden yol şeytanlarca kapanmıştı. Arka sokakta park etmiş minibüslere ulaşana dek yumruklandılar. Arabanın içine tıkıldılar tekmelerle. Pis ayaklardan sıçrayan çamurlarla lekelendi beyaz düşleri.

Sevmenin kolay olduğu bir köyden gelmişti. Tanımadığı nefret, elektrik telleriyle geçmişti her bir zerresine. Artık kendisine bile yabancıydı! Bilmediklerini anlatamadığı için daha çok işkence gördü. Ruhunun bedeninden çıkıp huzur bulması için yalvardı. Hücreye atıldığında, ona gülümseyen babasının yüzüyle aydınlandı karanlık. Ürperdi. Başına gelenleri bilmemesini diledi. Yaşadıkları karabasan olsa ve uyandığında unutsa, ne güzel olurdu! Kalbi acı bir sekmeyle son kez sarsıldı. Beyaz umutlar hücrede kaldı. Aynı anda, kalp çarpıntısı mesafesindeki babasının yüreği cendereyle sıkıldı. Beynine soğuk, sinsi bir dalga yayıldı. Sıkıntı içinde sabahı sabah etti. Çocuklarıyla vedalaşı p, yola koyuldu. Gözünü hiç kırpmadan geçti kar kaplı köy, kasaba ve şehirleri. Otobüsten indiğinde, oğlunu bu karmaşaya nasıl emanet ettiğini düşünüp, sızlandı. Binaların arasından yükselen tek bir ağaca bile rastlamadı.

Oğlunun okuduğu okula vardığında, ayaklarında derman kalmamıştı. Öğretmeni gözlerinden süzülen yaşlar eşliğinde anlattı, oğlunun başına gelenleri. Bir başkasından söz ediyor olmalıydı! Bunca kötülük onyedisindeki bir çocuğa yapılır mıydı? Hızla kapıya yöneldi. Sokaklarda oğlunun izini aradı. Aylar süren aramaları boşa çıktı, hiçbir ize rastlanmadı. Bu karmaşada yalnız olmadığını anladığında içi katmerli yandı. Dönmeden, kimsesizler mezarlığında yatan bilinmeyenin başucuna dikti kavak fidesini. Rüzgârın esintisi vururken yapraklara, yanık bir ağıt yankılandı sessiz mezarlıkta. Kar yüzündeki yaşlarla birleşip soğuk ürpertilerle aktı bedenine. Ömrünün ağırlığını yükleyip omuzlarına, yürüdü acılarının başlangıcına.

* esrakahraman@birgun.net