Dün, Türk Tabipleri Birliği’nin çağrısıyla Ankara Anıtpark’taydık. TTB, sağlık çalışanlarını “Beyaz Miting”de bir araya gelerek birlikte hareket etmeye çağırdı. Tabip odaları dışında diğer sağlık çalışanları da katıldılar. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) ve sosyal hizmet uzmanları dernekleri, ebe ve sağlık meslek lisesi mezunlarının ağırlıkta olduğu Sağlık Çalışanları Hak ve Mücadele Derneği, diş hekimleri de alandaydı. Ben hemşire örgütlerini göremedim maalesef, Acil Tıp Teknisyenlerini, laborantları ve radyoloji teknisyenlerini de göremedim. Veterinerlerden katılım çok sevindiriciydi.

Valilik, mitingi engelleme çabalarını epey sürdürdükten sonra, sonunda öğle saatlerinde ve süreli bir izinle ve yürüyüş izni vermeden lütfetmiş. Tam saat 12 de güneş en tepedeyken, ne haliniz varsa görün, inşallah güneş çarpar sizi diye düşünmüş de olabilirler! Ne gam, doldurduk alanı, Kardeş Türküler de bizimleydi.

Alanı doldurduk ve umut aşıladık birbirimize doğru, ama yine de oturup ders de çıkarmalıyız. Kenan Evren faşizmiyle başlayan ve AKP eliyle katmerlenen iki sürecin izlerini görmek mümkündü mitingde.

***

İlkin, sağlığı kar amaçlı alınıp satılan bir “mal” haline getiren “Sağlıkta Dönüşüm” politikası, sağlık hizmetine ihtiyacı olan toplum ile sağlık hizmetini veren sağlık çalışanı arasındaki “kamusal ilişkiyi” ticari ilişkiye çevirdi. Bu dönüşümün ilk adımı olan hasta ile sağlık çalışanı arasındaki ilişkiyi “hizmet satanla hizmet alan” arasındaki ticari bir “iş” haline getirdi. Bunu yaparken de bugüne kadar seni kazıklıyor ve kendisi ne isterse onu veriyordu, oysa şimdi sen ne istersen onu satın alacaksın ilkesine ikna etti.

Basitçe eskiden doktor muayenesi sonucu gerek görürse tahlil isterken şimdi hasta ben tahlil istiyorum, parası neyse de vereceğim demesinin iyi bir şey olduğunu zannetti. Sadece hastayı ikna etmedi, doktora da, “Gerekliliği boşver ne kadar tahlil istersen o kadar performans puanı toplayıp alacağın parayı ikiye katlayabilirsin”, dedi. Başlangıçta hastalar sosyal güvenceleri olduğundan, yani sanki ceplerinden nakit para çıkmıyor sandıklarından çok mutlu oldular. Doktorların bir bölümü de yine gerekliliği bir yana bırakınca maaşlarının arttığını gördüler. Bir tür alan razı satan razı sistemi oluştu.

Şu gözlem üzerine düşünelim; kamu hastanelerine gelen hastalar daha çok tahlil, daha çok ilaç, daha çok girişim isterlerken, özel hastanelere gidenler oradaki doktorların gereksiz tahlil istediklerini, gereksiz ilaç yazdıklarını, gereksiz işlem yaptıklarını düşünüyorlar. Kamu hastanesinde hastanın cebinden para somut olarak çıkmıyor, özel hastanede ise istenen her tahlil, işlem ek ücreti şişirdikçe şişiriyor. Hastalar çok haksız da değiller. Kamu hastanelerinde doktorlar SGK’nin belirlediği ve çok düşük ücret ödediği paket dışı tahlil isteyip, tetkik yazdıklarında döner ücretleri düşüyor, özel hastanede ise ne kadar çok tetkik, tahlil, girişim yapılırsa fatura o kadar kabarıyor.

Doktor, sana uygun gördüğünü değil, senin istediğini vermek zorunda, parasıyla değil mi, anlayışı, bir de zaten bunlar paradan başka bir şey bilmezler iftirasıyla birleşince şiddet kaçınılmaz oldu. Hasta cebinden para çıkmadığını düşündüğü kamu hastanesinde doktora şiddet uyguluyor, tıbbi ihtiyacından çok daha fazlasına cebinden para ödediği özel hastanede ise gıkını çıkar(a)mıyor. Sonuç, kamu hastanelerinde “ucuz mal” için randevu krizi, özel hastanelerde ise paralı hizmet ile kar rekorları.

***

Kırk yıldır ilmek ilmek örülen ve AKP’li yirmi yılda şahikasına ulaşan sağlıkta dönüşüm sürecinin ikinci boyutu ise sağlık çalışanlarını bir ekip oldukları bilincinden uzaklaştırıp, doktor, hemşire, ebe, teknisyeni birbirleriyle rakip haline getirme politikası oldu. Her grup diğerinin maaşını, performansını, döner sermayesini, çalışma koşullarını hesaplamaya başladı. Çünkü ücretler arasında büyük uçurumlar oluşturuldu.

1989 Türkiye’sinde yükselen “Bahar Eylemleri”nde sadece sağlık çalışanları değil, tüm ezilenler, işçiler, sendikalar 12 Eylül’ün dayattığı ekonomik politikaya isyan ederlerken bir araya gelip birlikte hareket edebiliyorlardı. Bugün her sektör, iş kolu, meslek sanki kendi canının derdine düşmüş halde, kendini kurtarmanın yollarını arıyor gibi.

Şimdi geldiğimiz durumda, doktoru da, hemşiresi de, teknisyeni de hızla “işçileşmenin” şaşkınlığını yaşıyorlar. Şaşkınlık, işçileşmenin kötü bir şey olmasıyla ilgili değil. Kamu hizmeti olan sağlığı geliştirme ve korumanın yerine, fabrikada (hastanede) bir meta gibi üretilen sağlığı üreten işçiler olduklarını fark etmenin şaşkınlığı.

Geçmiş özlemine yer yok. Geçmiş bizim için sadece bir sıçrama tahtası olabilir. Sağlık çalışanları ve hastalar (toplum) birlikte karşı çıkmalılar bu düzene. Üstelik diğer bütün ezlenlerle bir araya gelerek. Artık meslek savunusundan sıyrılıp, emek, eşitlik ve özgürlük savunusunda ortaklaşmanın zamanı gelmiş durumda. Sadece doktor ve diğer sağlık çalışanları örgütleri değil tüm ezilenlerin örgütlerini bir araya getirecek bir politikayı örmeliyiz.