Güney Afrika’da 1940’lı yıllarda ilginç bir deneyim yaşanmış. Hıristiyan misyonerler siyah insanlara dinsel düşüncelerini etkileyici bir yolla aktarmak istemişler. Bunun için en iyi yol olarak sinema düşünülmüş. Kendilerince amaca uygun en iyi propaganda filmini seçmişler. Etkilemek istedikleri insanlar için, filmin içeriğinden, görüntülerden emindirler.

Uygulamaya geçilir. Film seyircilere gösterilir. Gösterimlerden sonra insanlara ne gördüklerini sorarlar. Görüntülerin etkilerini, izleyenlerin akıllarında ne kaldığını öğrenmek isterler. Ancak, verilen yanıtlar bekledikleri gibi değildir. Ortaya çok ilginç bir sonuç çıkar. Filmi izleyen insanların hepsi de filmde gördükleri beyaz tavuktan etkilenmişlerdir. Misyonerler filmi gayet iyi bilmektedirler. Gayet iyi bildikleri filmin hiçbir yerinde beyaz tavuk yoktur. Üstelik film herhangi bir beyaz tavukla ilgili değildir. Tamamen bir misyoner filmidir. İzleyenlerin yanıldıklarından emindirler. Bu nedenle filmi bir kez daha izlerler. Ama ortalıkta beyaz tavuk yoktur.

Beyaz adam misyonerler, siyah insanların gördüğü beyaz tavuğu bulmak için filmi ayrıntılı bir incelemeye tabi tutarlar. Perdeden izlemek yerine, her çekim planını ayrı ayrı izlerler. Sonunda, görüntüde, geri planda bir köşeden bir beyaz tavuğun geçiverdiği görülür. Beyaz tavuk onların göstermek istedikleri ana düşünceleri ve bu düşünceleri temsil eden görüntülerin dışında, geri plandadır. Filmin akışında yer alan görüntülerin, nesnelerin dışında, tamamen bağımsız ve rastlantısal olarak oradan geçmiştir. Beyaz adamın göstermek istedikleri onların o günkü koşullarında yaşamsal olmadığı için siyah insan kendisi için yaşamsal ve ilgi çekici olan sadece beyaz tavuğu görmüştür. Bu örnek, Fransız sinemacı yazar Andre Bazin’den (Çağdaş Sinemanın Sorunları, Çeviren Nijat Özön, Blgi Y.)

Beyaz tavuk üzerine ciltler dolusu kitap yazılabilir. Sinemada gerçek, gerçeklik, gösterilmek istenen ve görülen… Ama bizim konumuz başka bir beyaz tavuk, ya da alternatif bir beyaz tavuk. Afrika’daki misyonerlerin tersine, anaakım görüntüler ve düşünceler dışında, arka plandaki beyaz tavuğu göstermek isteyenlerin bir sinema etkinliği var: İşçi Filmleri Festivali. Bu yıl 1-10 Mayıs tarihlerinde İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da festival gerçekleştirildi.

Seçilen filmler, gösterim yerleri ve emek verenlerin gösterimlere katılımlarıyla, doğru bir işin nasıl yapılabilirliğinin bir örneğidir bu festival. Başka bir deyişle, doğru bir yöntem ve içerikle yola çıkıldığında, belli bir başarının elde edilebileceğinin örneğidir. Çünkü bu yıl onuncu yıla ulaşılması bile başlı başına bir başarıdır. Artık ve neredeyse bu alanda bir “klasik” haline gelmek üzeredir. İstanbul’da Beyoğlu Pera Sineması, Romen, Macar, Fransız kültür merkezleri, Nâzım Hikmet, Güney, Gölge kültür merkezleri, Ali İsmail Korkmaz Parkı, Beşiktaş Barış Parkı, Bilgi Üniversitesi, Tasarım Atelyesi, Zile Karşıpınar Köy Derneği, Gazi’den İkitelli’ye tüm Halkevleri adreslerinde festival filmleri seyirciye sunulmuştur. Bu denli farklı ve çeşitli merkezler... Sadece anaakımla ilgili ana merkezler dışında gösterim adresinin olması, sanatta katılımcılık ve demokrasi açısından da önemli.

İşçi Filmleri Festivali, alternatif olan anlamında, beyaz tavuğu insanlara açıkça göstermeyi başardı. Bu değerlendirmeyi yaparken başka festivalleri olumsuzlamıyorum Bu festival, bir eksikliği giderdiği ve tam yerine ulaştığı için değerli. Ayrıca, başka çalışmalara yol açması, yön vermesi için de çok değerli ve öğretici. Bütün emek verenleri kutluyoruz.

 

Haftaya dize; “ölür bir gün anne ve her gün her gün ölmeye başlar bir oğul”