Beyazperdenin karanlık yılı
Sinema dünyası sansür ve ekonomik zorlukların gölgesinde bir yıl geçirdi. Sorunlar beyazperdeye ‘içedönük, karamsar’ şekilde yansıdı. Eleştirmenler, sinema dilinin içe kapandığını ancak üretimin sürdüğünü söylediler.

Işıl Çalışkan
isilcaliskan@birgun.net2024, Türk sineması için ekonomik zorlukların ve sansürün birleştiği, oldukça zorlu bir yıl oldu. Sanat Özgürlüğünü İzleme Platformu’nun verilerine göre, yılın ilk altı ayında sinema, dizi ve film sektörlerinde sanatsal ifade özgürlüğü ihlalleri alarm verici boyutlara ulaştı. Bu süreçte, sektörde toplam 29 özgürlük ihlali kaydedildi. Yılın ikinci yarısında da sinema sektöründe ifade özgürlüğünü tehdit eden önemli gelişmeler yaşandı. Bunlardan biri, İstanbul Kadıköy Kaymakamlığı’nın MUBI Fest'in LGBTİ+ temalı açılış filmi Queer’in gösterimini yasaklaması oldu. MUBI Fest organizatörleri, bu yasak kararının festivalin amacından sapmasına yol açtığını belirterek, etkinliğin tamamen iptal edildiğini duyurdu. Queer’in, 2024 Venedik Film Festivali'nde prömiyeri yapılmış ve film, sinema dünyasında büyük ilgi görmüştü. Türkiye’deki bu yasaklama, ulusal ve uluslararası sinema camiası tarafından sert tepkilerle karşılandı.
Tüm bu gelişmeler, Türk sinemasında yaratıcı özgürlüğün ve bağımsızlığın korunmasına yönelik tartışmaları yeniden gündeme getirdi. Sinema sektörünün önde gelen isimleriyle geride kalacak olan yılın panaromasını çıkardık.
∗∗∗
BURAK GÖRAL: KADIN HİKÂYELERİ ARTIŞ GÖSTERDİ
2024 sinemamız için her anlamda sorunlu bir sene oldu. Bir defa insanların sinemaya gitme alışkanlıklarındaki düşüş, daha çok film üretmemize rağmen üç yıldır sürüyor. Pandemi öncesinde bilet satışları yıllık 70 milyona dayanmıştı. Ancak pandemi sonrasındaki üç senedir, yıllık 30 milyon kişi civarlarında kalıyor. Dijital platformların yaygınlaşmasının; Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Ata Demirer gibi gişede yüksek karşılıkları olan yaratıcıların salonlardan çekilmesi, Türkiye’deki televizyonculuğun ‘sadece dizi üretmek’e kitlenmesiyle de yaşanan bir sorun bu. Ana akım filmlerimiz nicelik olarak artmış gözükse de 10 bin seyirciyi geçemeyen film sayısında inanılmaz bir artış var.
Diğer yandan bağımsız sinemada da hikâye anlatıcılığı konusundaki sıkıntılarımız sürüyor. Hikâyelerimiz genelde içe dönük, karamsar ve belli temalarda sıkışmış durumda. Kadın hikâyelerindeki nispeten artış içerik anlamındaki tek olumlu gelişme diyebiliriz. Aslında Murat Fıratoğlu’nun Venedik ve Adana’dan ödüllü filmi ‘Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’ hem tematik olarak hem de biçimsel anlamda farklı bir kapı açmış oldu yeni kuşak sinemacılarımıza. Bakalım bunun etkilerini 2025’te görebilecek miyiz? Bu arada belgesel sinemamıza yapılan baskılar ise maalesef devam edecek gibi görünüyor. Dünya belgesel sinemasında ciddi bir yükseliş var. Platformların en büyük faydası bu filmlerin daha çok yaygınlaşmasını sağlamak. Ancak bizdeki bu belgesel sinemadan korkma eğilimi maalesef bizim bu yükselişte hem yapımlarında hem de filmlerin seyirciyle buluşmasında ciddi bir engel oluşturmakta.

Sinema Eleştirmeni
∗∗∗
DOĞUŞ ALGÜN: YENİ BİR DEMLENME BİÇİMİ
Yasaklamalarla geçen 2023’ün ardından, ülke sinemamız açısından 2024 yılı festivallerin heyecanıyla, bir nebze olsun daha renkli geçti denebilir. Genç yönetmenlerin farklı biçimde gözlemlediği coğrafyamızda yeni bir demlenme biçimi karşımıza çıkıyor. Yönetmenin yaşanan bir olayı analiz etmesi ve oradan bir malzeme çıkarması tahmin edilenden uzun olabiliyor. Bu da günceli geriden yakalayan festival filmlerinin evrensel meseleleri ve duyguları değil, sadece olayları ele aldığını da bize gösteriyor diyebiliriz.
İlk uzun metrajımız Ölü Mevsim de bu yıl festival sürecine başladı. Adana ve Ankara’dan birçok ödülle dönmemiz, neredeyse ekibin unuttuğu bir filme yeniden heyecanlanmamıza sebep oldu diyebilirim. İçinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntılar, sadece kameranın önündeki hikâyeyi değil, kamera arkasındaki hikâyeyi de maalesef olumsuz etkiliyor. Yüksek profilde bir film yapmayı imkânsız hale getiriyor. Senaryolar ona göre yazılıyor, prodüksiyon ona göre belirleniyor. Bu da ulusalda güçlü, uluslararası anlamda zayıf filmler sepetine birikiyor. Görmezden gelinse de, her sene “Bu şartlarda bile gelen var” dediğimiz seyirci de yavaş yavaş platformlara ya da sadece bir etkinlik alanı olarak gördüğü ekip katılımlı özel gösterimlere kayıyor.

Yönetmen
∗∗∗
HİLAL SOLMAZ: BEYAZPERDEYE YANSIYANLAR
2024, Türkiye’de sinemaseverler için zorlu bir yıl oldu. Sinema salonlarındaki izleyici sayısının düşmesi, yüksek bilet fiyatları ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskılar film üretim süreçlerini olumsuz etkiledi. Sinema dili içe kapanırken, toplumsal ve bireysel meseleleri ele almak zorlaştı. Ancak bu zorluklara rağmen önemli yapımlar da vardı.
Yüksel Aksu’nun Cem Karaca’nın Gözyaşları filmi, Cem Karaca’nın hayatını ve 12 Eylül darbesini anlatırken, İsmail Hacıoğlu'nun başarılı performansı ve Yasemin Yalçın, Fikret Kuşkan tercihleriyle iyi bir seçimdi. Salman Nacar’ın Tereddüt Çizgisi, adaletin kırılgan yapısını derinlemesine sorgulayan etkileyici bir yapım oldu. Nadim Güç’ün Mukadderat’ı, kadınların toplumsal rollerini sorgulayarak özgürleşme mücadelesini işledi. Ümit Ünal’ın Evcilik filmi, sınıfsal gerilimleri minimal bir anlatımla ele aldı. Ceylan Özgün Özçelik’in 10 Saniye filmi, annelik ve aile yapıları üzerine düşündürdü. Son olarak, Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri filmi, öfkenin yönlendirilmesi üzerine zekice bir anlatım sundu. Saydığım filmler dışında, 2024 yılı genelinde hikâyelerin, ülkenin yaşadığı sorunları ne kadar yansıttığı tartışılır. Oysaki her gün bir afetin, hukuksuzluğun, yoksulluğun arttığı ve buna bağlı dramaların yaşandığı ülkemizde, sinemanın yansıtacağı çok fazla hikâye var. Ancak yukarıda belirttiğim gibi, her kesimde yaşanan baskının getirdiği sessizlik bu alana da yansımış durumda. Geçen gün kaybettiğimiz Şerif Gören’in sözüyle bitirmek istiyorum: “Toplum, senin yapmak istediğin filmi belirler.”

Sinema Eleştirmeni
∗∗∗
MADDİ İMKÂNSIZLIKLAR YÜK
Van’da bir kişi kimsesiz çocuklara Van kahvaltısı ısmarlayıp, hesabı ödemeden kaçtı. Memleketimizin bu buhranlı, ağır depresif dönemlerinde biraz hassasiyeti olan ve biraz da sözüm ona hayattan kaçma yolları arayan insanları kimsesizlere benzetiyorum.
Bu sene ben de bu duyguyu oldukça yoğun hissettiğim için Türkiye’den birçok film izledim. Filmlerin genelde artistik duruşları bir tarafa, bu sene sinemacıların diğer senelerde de olduğu gibi konular, sorular maddi imkânsızlıklar ve yurtdışındaki hatrı sayılır festivallerin Türkiye’den film değil; ‘kilim’ beklentisi. Ben de bu ‘kimsesizlik’ duygusuyla bu sorulara da zihnimde yer aramaya çalışırken harika bir filme denk geldim. ‘Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’. Film trajik bir hikâyeyi oldukça neşeli ve bir o kadar da zarif bir perspektifle anlatıyor. Ayrıca düşük bir bütçeyle yapıldığını hiç de fark ettirmeden… Benim için bir Van kahvaltısı şöleni oldu bu… Ayrıca sinemacıların genel sorunlarına da oldukça şık bir cevap olduğunu düşündüm. Sinema sahtekârlığın en güzelidir ve önümüzdeki yıllarda umarım kendine inanan, cesur sahtekârlar bir gün gelip, memleketin biz kimsesiz çocuklarına Van kahvaltısı ısmarlayıp, çeker gider. Ve bize başka sorular kalır; maharet neden sınırlarda gizlidir? Ya da biz bu soruları sormak zorunda mıyız?

Sinema Oyuncusu