Film, hem her şeyi birbirine karıştırıyor, hem de “aman bezelyeler havuçlara değmesin” diye muhafazakâr bir tavır alıyor

Beyin elektronik ama ya ruh

Bu hafta, “Savaşta ne yaptın baba?” haftası. Batılı erkek kahramanlar savaş dönemi marifetlerini ve çektiği acıları bir bir sergiliyorlar. İçlerinde her tipten adam var: Keskin nişancı, koşucu, matematikçi. “Enigma”nın kahramanı içlerinde en masumu, kimseye ateş etmiyor kimseyi öldürmüyor. Matematikçi Alan Turing’in (Benedict Cumbetbatch) işi Nazilerin şifrelerini çözecek bir elektronik beyin (bilgisayara eskiden böyle derdik) yaratmak. Ama onun da karanlık bir yanı var. Turing, kimin ölüp kimin yaşayacağına karar verebiliyor.

Alan Turing her zaman tuhaf biriymiş. Tabağındaki bezelyelerin havuçlara değmemesi için gösterdiği çaba, sınıf arkadaşları tarafından hiç takdir edilmemiş ortaokul ve lise hayatında. Bu tür saplantılı davranışlarıyla alay edilmiş, itilmiş, kakılmış. Küçük Alan’a Christopher adlı bir delikanlı sahip çıkmış yalnızca. Alan da hemcinsi bu çocuğa mecburen âşık olmuş tabii ki. Filmin akış mantığı böyle diyor.

Ve fakat kader, Christopher’la Alan’ı ayırmış. Alan bir daha hiç âşık olmamış; hep onu, Christopher’ı hatırlamış. Ve asosyal, iletişim özürlü ve yabanıl biri olarak kalmış. Ama matematikte büyük başarılar kazanmış. Sonunda da Nazilerin şifrelerini kıracak bir yöntem geliştirmek amacıyla meşhur MI6’nın hizmetinde çalışmaya başlamış. Burada da önce insanları kendisine yabancılaştırsa da, sonunda sevdirmeyi başarmış. 

Film bu minvalde akıp gidiyor. Bir klişeden bir başkasına kelebekler gibi atlıyor. Bir Hollywood senaryosu nasıl yazılır konulu bir seminerde, bu filmin senaryosu örnek olarak gösterilebilir. Filmin ahlaken Alan Turing’in “anormallik”lerine sahip çıkması hoş bir şey tabii ki. Fakat bunu o kadar muhafazakâr bir şekilde yapıyor ki! Turing birlikte çalıştığı erkeklere yan gözle bile bakmıyor. Çocukluk dönemi dışında hiçbir erkeğe ilgi gösterdiğini görmüyoruz, oysa çok yakışıklı iş arkadaşları var. Film, onu uzun süre neredeyse utangaç bir heteroseksüel gibi sunuyor seyirciye.

Aman bezelyeler havuçlara değmesin
Turing’i işinde başarılı kılan özellikleri, davranışsal tuhaflıkları ya da cinsel yönelimi değil. Turing çok zeki biri ve ilgilendiği konu üzerinde yoğunlaşabiliyor, başarısını sırrı bu. Filmin sonlarında nişanlısının (Keira Knightley)Turing’e “normal olsaydın, bu kadar başarılı olamazdın” demesi filmin felsefesini özetliyor ama bu bakış da yanlış. Turing homoseksüel olduğu için devlet şiddetine maruz kalıyor, kimyasal yöntemlerle hadım ediliyor. Turing keşke normal olsaydım derken, keşke çok zeki olmasaydım demiyor, “keşke homoseksüel olmasaydım” diyor. Turing’in eşcinselliği (“normal olmaması”) değil başarısının nedeni. Cezalandırılmasının insanlık suçu olmasının da Turing’in başarılarıyla alakası yok. Başarısız bir serseri de olsaydı, onu eşcinsel olduğu için hadım etmek bir insanlık suçu olacaktı. Film, hem her şeyi birbirine karıştırıyor, hem de “aman bezelyeler havuçlara değmesin” diye muhafazakâr bir tavır alıyor. Turing’in eşcinselliğiyle, başarılı meslek hayatını birbirinden ayırıyor. Eşcinselliğini, Turing’in çocukluk ve savaş sonrası dönemlerine özgü hale getiriyor ki o sırada da pek bir şey olmuyor. Bir yandan liberal bir tavır alırken öte yandan muhafazakârlığı elden bırakmıyor. Cinsel hayatı daha az saygıdeğer bir Turing’in de hayatta yeri olmalı. Hem şifre çözen hem de savaş zamanı erkeklerle sevişen bir Turing istiyorum kısacası. Daha az savaş, daha çok seviş!

Hani filmlere yıldız verilir ya ben de esneme tablosu mu koysam acaba? Bu film 5 üstünden 4 esnemelik. Ama benim kadar çok film seyretmemiş bir seyirciye cazip gelebilir. Hoş, çok film seyretmiş Akademi üyeleri de filmi 7 Oscar’a aday göstermiş.