Beyoğlu, Beşiktaş gibi bölgelerden sıkılıp özellikle Kadıköy’de yoğunlaşan İstanbulluların bu ‘göçünü’ sorduğumuzda sosyolog Özbay, kültürel değişime vurgu yapıyor

Beyoğlu’ndan Kadıköy’e göç var

DERYA AYDOĞAN deryaaydogan6@gmail.com

Yeni İstanbul Çalışmaları kitabının yazarı, Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi, Sosyolog Cenk Özbay ile “Beyoğlu ve Kadıköy semtlerinin geçirdiği değişimleri” ve “ Değişimin toplum üstündeki etkilerini” konuştuk.

»Genel bir konuyla başlayalım. Kentsel dönüşüm projelerinin topluma etkileri nasıl oluyor?
Kentsel dönüşüm çok geniş ve muğlak bir kavram, onu biraz rafine etmek gerekiyor. İmarsız, plansız, izinsiz gelişigüzel yapılan konutların yıkılıp, gerekli donatılarla, belli standartların üstünde yerler haline getirilmesi başka bir şey; kent içindeki boş alanların, kamuya ya da askeriyeye ait arazilerin, parkların bir takım müteahhitlere peşkeş çekilip gökdelen inşa edilmesi başka şey; işlevini kaybetmiş, örneğin eski bir fabrika binasının yıkılması ya da yenilenmesi başka; gözden düşmüş semtlerin elden geçirilip, cilalanıp mutenalaştırılması başka; Kadıköy’ün çeşitli semtlerinde gördüğümüz, döneminin koşullarında iyi sayılan binaların yıkılıp daha ince ve uzunlarının yapılması bambaşka. Devletin ve sermayenin rolü, mağdurlar, bu işten kazanç sağlayan mülk sahipleri, çevre koşulları, tapu ilişkileri, planlama birimlerinin hali ve belediyenin müdahaleleri gibi her örnekte farklılaşan çetrefilli mevzular var. Dolayısıyla her bir kentsel dönüşüm projesine, en küçük ölçeğe, o mahale yakından bakarak anlayabiliriz bu sorunun cevabını. İlla “genelle” derseniz, müteahhitlerin kârlı çıktığı, bir ya da daha fazla dairesi olanların da büyük oranda kârlı çıktığı, ancak bu arada bazı mülk sahiplerinin de çeşitli şekillerde mağduriyet yaşayabildiği, uzun yıllardır görece düşük kiralarla yasayanların da zararlı olduğu, küçük esnafın ağır darbe aldığı, hem ilçe hem de büyükşehir belediyelerinin yine sınıfta kaldığı, en önemlisi de kent dokusunun zaten az olan olumlu yönlerinin onarılamaz hasarlar aldığı bir süreç, kentsel dönüşüm dediğimiz.

»Beyoğlu’nun ve Kadıköy’ün yaşadığı değişimleri ve toplumun buna uyumunu nasıl yorumluyorsunuz?
Neye ne derece uyum sağlandığını anlamak için uzun süre gözlem yapmak, değişikleri fark etmek, insanların bunları nasıl yorumladığına bakmak lazım. Örneğin, evin şekli, yerleşimi, odaların büyüklüğü, mutfağın hali, banyo sayısı gibi meseleler yalnızca inşaata dair teknik konular, ya da mimarların yaratıcı güçlerini konuşturdukları alanlar değil. Apartmanlaşmanın kendi içinde evrilen bir tarihi var, şehirlere ve muhitlere göre özelleşmesi hali var. Mesela Antalya’da balkonsuz ev yapamazsınız. Aynı biçimde, eğitimli orta sınıf aile evinin İstanbul’daki sembolü olan Bağdat Caddesi etrafında yerleşik bir kültür vardı, inşa edilmiş mekanlar içinde şekillenen. En önemlisi ve olumlusu da geniş, çok geniş salonları olan evlerdi bunlar. Bazen 50-60 metrekareye kadar çıkabilen. Bu şu demek: Kalabalık misafir grupları bu evlerde ağırlanabilir, salonun bir köşesinde televizyon izlenirken öbür tarafında farklı gruplar sohbet edebilir. Bu bölgedeki yeni apartmanlara düzenli olarak bakıyorum ve salonların daima küçüldüğünü, odalaştığını görüyorum. 3 metreye 5 metre bir salonda, ev içi eylemler farklılaşamaz ve kalabalık misafir grupları ağırlanamaz. Bu minicik örnek bile, çok temel bir hayat tarzı değişikliğine işaret eder. Yıkılıp, baştan yapılan apartmanlar ve mahalleler ölçeğini siz düşünün.

“Beyoğlu kimin olacak?” kavgası yaşandı
Beyoğlu, elbette bambaşka bir olay. Orada gözlerimizin önünde bir “burası kimin olacak?” kavgası yaşandı. Bizim kafamızdakilerin bildiği ve sevdiği yer, kısa sürede radikal şekilde değişti. Ben üniversiteye henüz girmişken, okul dergisi için “pek de tekin olmayan bir yerde” açılan yeni bir caz kulübüne gitmiştim, röportaj yapmak için. O kulüp Babylon, orası da Asmalımescit’ti. Şimdi küresel kültürün, İstanbullu orta sınıfların, entelektüellerin ve üniversiteli gençlerin hak iddia ettiği bir yer değil, kaçtıkları bir yer Beyoğlu. Bir dönem gerçekten “sosyal çeşitliliğin” bir aynası gibiydi. Bugün yalnızca İstanbullu ve Arap alt sınıfların gezip dolaştığı, alışveriş ettiği bir yer. Sizin dediğiniz sanat ve sosyal etkinliklerin izleyicisi de bunlar değil. Bu da toplumsal bir süreç, belki bir süre sonra orası bugünkü kimliğini inceltip, çeşitlendirip, olumlu anlamda ilginçleşmeye başlar ve yeniden farklı grupların radarına girer. Mecburen gittiğim bir gün, Suriyelilerin açtığı minicik bir dükkanda çok lezzetli bir falafel yedim mesela... Belki şu anda “kaybettik” tonundan konuştuğumuz yer, 15-20 sene sonrasının gözde, “hip” bölgesi olacak yeniden.

Gençler Kadıköy’e kaydı
Tabi etkinlikler ve onlarla beraber genç, eğitimli, kentli ve laik insanlar Kadıköy’e kaydı. Kadıköy’ün merkezinin son raddede ticarileşmesi ve kalabalıklaşması gözlerden kaçacak gibi değil. Ancak unutmamak lazım ki, Kadıköy hala “karşı.” Popülerliğinin ve kalabalıklığının daha ziyade Anadolu Yakası kaynaklı olduğunu, Avrupa Yakası’nda oturanlar için belki eskisi kadar “uzak” ya da “gidilemez” bir yer olmasa da, Kadıköy’ün esas cansuyunun Boğaz’in karşısından gelmediğini düşünüyorum. Bu anlamda Beşiktaş’ın ve Karaköy’ün yaşadığı dönüşüm belki daha yavaş, ancak daha önemsiz ya da Kadıköy’den bağımsız değil kesinlikle.

»Yeni açılan birçok özel tiyatro çoğunlukla Kadıköy’de ‘perde’ diyor. Sergiler çoğalıyor. Sanatsal etkinliklerin Kadıköy’e yönelmesinin, Kadıköy’ün yeni mekân seçilmesinin sebebi nedir?
Kadıköy’de ve Moda’da hep çok galeri vardı. Son zamanlarda sayısı dikkate değer oranda arttı mı emin değilim ancak daha çok ilgi çektikleri kesin. Tiyatro ise evet, radikal bir şekilde “karşıya geçti” çünkü Beyoğlu’ndan kovuldu, Beşiktaş’ta da yer yok. Bence bu denklem içinde Kadıköy’ü ilginç kılan, kuşak farklılıklarının beğeni biçimlerinin yan yana ifade edilebilmeleri. 20 yaşındaki üniversiteliler, genç entelektüeller daha alternatif kanallarda sanatsal ifadeler bulabiliyor ve tüketebiliyorken örneğin Kadıköy Halk Eğitim Merkezi ya da Caddebostan sahnesinde 60’li, 70’li yaşların çoğunlukta olduğu dolu salonlar görüyorsunuz. Bu bence önemli ve güzel. Kapanan pek çok sinema salonunun da yenilerek tiyatro olması da katkıda bulunuyor, Moda Sahnesi çok başarılı bir örnek. Son olarak, Ataşehir, Kartal, Çekmeköy ve Maltepe, hatta Üsküdar gibi yoğun nüfuslu ancak sanatsal anlamda oldukça kuru bölgeler için de Kadıköy bir çekim merkezi. Yani tiyatroya sadece Mühürdar’daki evinden yürüyerek gidenler gitmiyor, Kartal’dan metroyla gelenler ya da Çekmeköy’den arabasıyla gelenler de var. Bu ölçekte düşününce, çok değil az bile var diyebilirsiniz. Milyonlarca insandan bahsediyoruz.

»Kadıköy ile ilgili bir değişim de açılan kahve dükkanları. Gün geçtikçe çoğalıyorlar ve hep görünen dolu oldukları. Kahve içme kültürümüzle ilgili değişimler mi yaşıyoruz?
Yaşıyoruz, şüphe yok. Bu, Los Angeles’da da böyle, Madrid’de de, Londra’da da. Buraya özel olan ne derseniz, bir kere insanlar galiba pek de özel bir tadı olmayan çaydanlık çayını içmekten özgürleşiyorlar diyebiliriz. Espresso ve ondan türetilen içecekler Türkiye için hala yeni bir lezzet. Kadıköy özelinde değil ama başka bölgelerde içki içmekten kaçınan ya da yaşı dolayısıyla içki içilen barlarda oturamayan gençler de buralara koşuyor. En bariz olanı da elbette özellikle “hip” kent kültüründe üçüncü nesil denilen bağımsız kahveci dükkanların önemli bir yeri olması. E bugün İstanbul’daki “hip” insanların çoğu da Kadıköy’de yaşadığı için, bu talep pek şaşırtıcı değil. Ama örneğin Amerika’da ya da İtalya’da kahvenin “nasıl” tüketildiğine bakıp, Türkiye’yi incelerseniz, şaşırtıcı farklılıklar görebilirsiniz. Starbucks’ta kadınlar günü yapanlar bile var, dizüstü bilgisayarında çalışan “freelancer”ların yanında.

»Kadıköy’ün toplum hafızasındaki yeri nasıl?
Üzeri örtük bir hafızadan bahsedebiliriz. Tarihsel olarak kurgulanan “İstanbul-Pera” karşıtlığı, hep İstiklal Caddesi ve tramvay fotoğraflarıyla canlandırılıyor. İstanbul dendiğinde kimsenin aklına Bahariye Caddesi gelmiyor. Çok kültürlülük, çeşitlilik, azınlık hikayeleri, modernlik hep Beyoğlu’nun tekelinde gibi ama hevesli sosyal tarihçiler ve kent geçmişine meraklı kesimler için içinde yaşadığımız dönemde verimli bir “Kadıköy’ü yeniden hatırlama” malzemesi üretebileceğini düşünüyorum.