Beyoğlu’nun değişen binaları, müdavimleri, kapanan dükkânları, taşınan kitabevleri gündemde. Kent hareketleri üzerine çalışan Baysal, “Sermayenin Beyoğlu’na doğru bir gidişat var. Oysa Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan; öğrenciye, emekliye, emekçiye açık olmasıydı” diyor.

Beyoğlu sermaye gruplarına bırakıldı

Filiz GAZİ

İstanbul Beyoğlu, geçmişten bu yana bir anlamıyla egemenin kendini çeşitli tezahürleri ile gösterdiği kamusal bir alan olma özelliğini taşıyor. Meydanda yapılan cami, diğer tarafta yıkılıp yeniden inşa edilen Atatürk Kültür Merkezi ve yakın tarihte ülkenin hemen her şehrinde protestoların başlangıç yeri olan Gezi Parkı. Meydandan aşağı doğru yürüdüğünüzde ise değişen müdavimleri ile İstiklal Caddesi.

Muhit özellikle son yıllarda birçok açıdan değişime uğradı. Bunun bir nedeni kentsel dönüşüm adı altında yapılan bir dizi değişikliklerin etkisiydi. Diğer bir neden, iktidarın daha çok seküler elitlerin kamusal alanı olan Beyoğlu’na el atma isteği oldu. Muhafazakârların bugüne kadar dışlandıkları iddiası ile kente yapılan hemen her müdahale, çoğu kesim tarafından rövanş olarak görüldü. Haliyle tepkiler de buna göre şekillendi.


1930’LARDAN BUGÜNE BEYOĞLU’NUN DEĞİŞİMİ

Mimarlık Tarihçisi Uğur Tanyeli, öncelikle “Değişim sadece iktidarın istediği bir şey olduğu için gerçekleşmedi. Değişim olağandır. Bütün kentler, mekânlar sürekli değişirler. Emin olun, bundan 20 yıl sonra orası bambaşka bir yer olacak” diyor ve 1930’lardan bugüne değişen Beyoğlu’nu şöyle anlatıyor:

“Sabit kalan bir Beyoğlu, Aksaray, Kocamustafapaşa olmaz. Beyoğlu, örneğin benim gençliğimde seks sinemalarının Beyoğlu’suydu. 1930’larda etno-dinsel anlamda en çok çeşitlilik içeren yerdi. Yani hem yerli etnodinsel gruplar hem de Levanten diyebileceğimiz Avrupa kökenlilerinin yaşadığı bir yerdi. 1960’larda giderek tırmanan bir biçimde alışveriş merkezi oldu ve çeşitliliğini yitirmeye başladı. Bir açıdan ise İstanbul’un mutena bir yeriydi. İstanbul’un bütün iyi lokantaları oradaydı. 1980’den sonra başlayan süreçte ise gençlik alt kültürünün merkezi haline geldi. Gençlerin özgürce dolaşabildiği, sinemaya gidebildiği, ‘takılabildiği’ bir yer oldu.

İstanbul’da ona benzer bir yer daha var Kadıköy. Kadıköy bu niteliğini büyük ölçüde koruyor. Kadıköy bu niteliğini koruyor ama Beyoğlu bu özelliğini yitiriyor mu? Evet, büyük ölçüde yitirdi diyebilirim. Beyoğlu artık bir tür orta sınıf alışveriş merkezi haline geldi. En lüks mağazalar orayı çoktan terk edip gittiler. Ünlü Abdullah Lokantası 1970’lerde oradan çekti gitti.”

Tanyeli, Türkiye’de gençlerin kendilerine özgü mekânlarda bulunabilme imkânının çok kısıtlı olduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor: “Beyoğlu bu imkânı gençlere veriyordu. Bu imkânın ortadan kalkmaya başladığını ben de gözlemleyebiliyorum. Bu problem midir? Problemdir.”

BÜTÜN ÇATI KATLARI LOKANTA OLDU

Tanyeli, son dönemde İstiklal Caddesi’ndeki vahim denebilecek değişimlere odaklanmak gerektiğini söylüyor:

“Son yıllarda sadece binalar değişmedi ki, binaların kullanımları değişti. Manzara görüyor diye bütün binaların çatı katları lokanta oldu. Benim gençliğimde orada bu şekilde bir tane bile lokanta yoktu. Bu durum çeşitli açılardan problemli. Bir yangın olsa bir apartmanın merdiveninden insanlar nasıl kaçacaklar?
Herkes oradaki ağız sulandırıcı spekülatif basınçtan yararlanmaya çalışıyor. Binaların bodrum katları nerdeyse dört kat bodrum oldu. Bu kadar derin binalar yoktu. Söz gelimi Demirören’in yaptığı yapı… 75 cm kadar caddeden çalıyor. Diğer bütün binalardan uzun. Gabarisi, boyutları epey problemli bir yapı bu.

CADDENİN KULLANICI PROFİLİ DE DEĞİŞİYOR

İstanbul Kent Savunması’ndan Cihan Uzunçarşılı Baysal da “Şehirler devamlı değişir, dönüşür” diyor; fakat bu döneme ilişkin en belirgin olan şeyin, Beyoğlu’nun sermaye uzantılarına bırakılması ve değişen kullanıcı profili olduğunu söylüyor:

“Kentsel mekân dönüşürken mekânın kullanıcıları da değişir. Dönemin içeriğine bakmak gerekir. Bugünün Beyoğlu’sunda ne görüyoruz? Ekonomik gidişat ve Borçlar Kanunu’nun değiştirilmesi, böylece 10 sene üzeri kiracıların kolaylıkla tahliyeleri gibi uygulamalar karşısında küçük esnaf, kitapevleri, sahaflar, sinemalar, kültür sanat merkezleri kapanırken sermayeye ait kültür sanat merkezleri, kitapevleri, yeme içme mekânlarının çoğu ayakta kalabildi. İstiklal Kitapevi’nden başlayarak küçük kitapçıları uzun zaman önce kaybettik. Öte tarafta Koç grubunun olduğu Yapı Kredi Yayınları ayakta mesela. Sermayenin Beyoğlu’suna doğru bir gidişat var. Oysa Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan; öğrenciye, emekliye, emekçiye açık olmasıydı.

AKM’nin uzun süre atıl bırakılarak yıkımının da sürecin bir diğer veçhesi olduğunu dile getiren Baysal, “Kültür sanattan kamunun da elini çektiği bir Beyoğlu gördük ki bu durum iktidarın genel politikasıyla zaten uyumlu. Yeni AKM, eskisinin yerini dolduramayacak; çünkü Taksim Cami’nin domine ettiği İslamcılaştırılmış meydandan özgürlükçü sanat çıkmaz” diyor.

Baysal, gelen turistle birlikte dönüşmek zorunda kalan esnafa da değiniyor:

“Daha öncesine baktığımızda Pera kimindi? Buradan başlamak gerek. Yani şehirler devamlı bir dönüşüm içindedir; bu dönüşüm bazen dış müdahalelerle gelir, bazen içerden. Beyoğlu’nda ikisini de görmekteyiz. Şimdi ekonomik gidişatla birlikte esnafın da gelen turiste göre değişimini görüyoruz. Devamlı gittiğim, antikalar, biblolar satan bir dükkân vardı. En son gittiğimde Çin’de üretilen, her yerde gördüğümüz hediyelikler satılıyordu. Esnaf, ‘turist yapısı değişti, bunları satıyoruz maalesef’ dedi. Bunu da asla aşağılayarak söylemiyorum. Bu bir gerçek…

Burada Türkiye’nin politikalarının etkisi yok mu? Emlak satışlarının en çok hangi ülkelere satıldığından başlayarak kentsel mekânların da kullanıcı yapısı değişiyor. En son Denizler Kitapevi’nin oradan taşınacağını duyduk. Niye taşınıyor? Muhtemelen o esnafın bana anlattığını deneyimlediler. Gelenler değişti… Beyoğlu’ndan onlarca yıllık kiracıların çıktığını gördük. Beyoğlu’nda küçük esnaf vardı. Kitapevi işleten, plak satan… Bu bahsettiğim esnafın bilgisi birikimi başkaydı. Neredeler? Kiralara karşı direnemediler, dayanamadılar. “

MEKÂNDA UMUT HEP VARDIR

Baysal, son olarak Galataport’tan başlayarak İstiklal Caddesi üzerinden Meydan’a ulaşacak “Kültür Yolu Projesi”nden bahsediyor: “Tarlabaşı’ndan Taksim Meydanı’na kadar çeşitli düzenlemeler içeren düzenleme bir anlamıyla soylulaştırıcı bir proje. Üst ekonomik gruplarına dönük bir Beyoğlu düşünülüyor. Meselenin bir diğer yüzü de bu ve benzer projeler. Öte yandan, her zaman belirttiğim üzere mekân karşı mekânını da yaratır, mekân ele avuca sığmaz, hele kent hiç! O nedenle mekânda her zaman umut vardır.”

HİÇ BİTMEYEN GEÇMİŞ ANLATISI

Şehir Plancısı ve Kent Tarihçisi Gizem Kıygı, “Beyoğlu’na ne oldu?” sorusunu şöyle yanıtlıyor:

“Ne oldu? Çok şey… Denetim ve güvenlik araçları Beyoğlu’nun bütün akışını ve imgesini değiştirdi bir kere. Beyoğlu’na gittiğinizde biliyorsunuz ki polis barikatı göreceksiniz, polis göreceksiniz, onun elinde silah göreceksiniz. Bu güvenlik değil tehdit hissi yaratıyor. Ayrı uzun bir analiz konusu olabilecek ekonomik çalkantıların da etkisi var. Türkiye uzun yıllardır ekonomisini inşaata ve mekân üretimine dayandırıyordu. Bu da Beyoğlu’nu etkiledi, dönüştürdü.”

Her zaman güncelliğini koruyan “Eski Beyoğlu nerde?” nostaljisine dikkat çeken Kıygı, şöyle devam ediyor: “Beyoğlu’nda hiç bitmeyen bir geçmiş anlatısı, özlemi var. Şimdi 15-20 yıl öncesi Beyoğlu’nu hatırlatan, onu isteyen bir söylem var. Ama 15-20 yıl öncesinin tartışmalarına bakıyoruz, onlar da ‘eski Beyoğlu nerede?’ diyorlar. Yani böyle böyle 20-30 yıllık aralıklarla Beyoğlu’nun ‘eski’ hallerine duyulan özlemi bir yüzyıl geriye götürebiliriz. Herkes kendi deneyimini, kendi kaybettiği şeyi arıyor kuşaklardır.”

Kıygı, bu geçmişi arama halinin doğrudan ya da dolaylı olarak ayrımcı söylem kurulmasına ön ayak olduğuna vurgu yapıyor: “Beyoğlu tabi olarak kullanıcılarıyla birlikte dönüşüyor. Bu kullanıcıları içermeyen geçmiş tahayyülleri, doğası gereği ayrımcı bir yere oturuyor. Çünkü anılan geçmişin kullanıcıları orada değiller, yerlerine başka gruplar gelmiş oluyor. Bu özlem dile getirildiğinde ise amaç öyle olmasa dahi ayrımcı söylemlerle yankılanıyor.”

ESNAF KENDİNİ NASIL KORUYACAK?

Kıygı’ya göre, esas konuşulması gereken şey ise Beyoğlu’ndaki dükkân kiraları. Kıygı, “Bütün bu geçmiş anlatısı bize esasen Beyoğlu’nun bazen yükseldiğini, bazen düştüğünü ama sürekli dönüştüğünü söylüyor. Ancak özellikle dükkan kiralarına yansıyan bir illüzyon da yaratıyor. Biz bu dönüşüme rağmen ve onunla neyi koruyacağız? Esnaf bu dalgalanmadan kendini nasıl koruyacak? Bunları konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Beyoğlu esnafı zorlanıyor ve yerini o kirayı ödeyebilecek sermaye gruplarına bırakmak zorunda kalıyor. Bunları konuşmadan Beyoğlu’ndaki değişime yalnızca üzülmekle kalırız” diye konuşuyor.