Beyrut’u 4 Ağustos’ta yüreğinden vuran liman faciası, savaş ve kardeş kavgalarıyla yoğrulmuş bu coğrafya için bile hazmı güç bir trajedi. 150’den fazla ölü, kayıplar, 6 binden fazla yaralı ve enkaza dönen altyapı eşliğinde ‘Lübnan’ın Hiroşiması’ denilmesi boşuna değil.

Facianın ardından gelişmeler ise yeni trajediler üretme potansiyeli taşıyor. En başta din ve mezhep ayrımına dayalı hastalıklı ‘Taif düzeni’ ve yeni ‘renkli devrim’ alametlerinden ötürü...

İDDİALAR, ŞAİBELER...

Beyrut patlamasının tozu dumanı havadayken ‘olağan şüpheliler’ üzerinden iddialar sökun etti: İsrail saldırısı olabilirdi, Hizbullah’ın silah deposu patlatılmış olabilirdi.


İsrail’in normalde ‘dokunmadığı’, kendisine yakın bir nüfusun yaşadığı bölgeyi vurması pek akla yatmazken, Hizbullah’ın gümrük idaresindeki mafyozi yapı ile rakip güç Saad Hariri’nin Gelecek Partisi’nin kontrolündeki limanda silah depoladığı iddiası tuhaftı. Yine İsrail’in bu iddiaları yalanlaması dikkat çekti. Toz duman otururken, yerel medyadan yansıyan bilgiler vahim tabloya işaret etti. Özeti şu:

“2013 Kasım’ında Gürcistan’ın Batum limanından Mozambik’e gitmek üzere yola çıktığı iddia edilen Amonyum Nitrat (AN) taşıyan Moldova bayraklı MV Rhosus gemisi, teknik sorunlarla limana yanaştı, ardından denize açılmaya uygun bulunmayarak alıkonuldu. Perişan koşullarda çalışan denizciler yasal sürecin ardından yakalarını zor kurtardı, Kıbrıs’ta yaşayan şaibeli Rus asıllı gemi sahibi Igor Greçuşkin’nin terk ettiği yük Beyrut limanının üzerine kaldı. Lübnan makamları Interpol’den hakkında talepte bile bulunmadı. Yük 12 numaralı depoya boşaltıldı. Uzmanlara göre madencilikte kullanılan AN’nin normalde patlaması zor ve başka bileşenlerle karışması yahut çok ısınması gerek. Kuru, kapalı ve iyi havalandırılan koşullarda tutulmalı. Yükün şehrin göbeğinde tutulmasının yarattığı tehlikelere arada dikkat çeken çıksa da altı sene hiçbir şey yapılmadı. Liman yetkililerinin deponun metal konstrüksiyonundaki bir deliğin olası hırsızlığa karşı kapatılması için kaynakçıları yollaması sonun başlangıcı oldu. AN’den bihaber kaynakçıların çaktığı kıvılcım Beyrut’u yaktı.”

Patlamada depodaki havai fişeklerin etkili olduğu ve 2 bin 750 ton AN’nin hepsinin patlamadığı söylenilyor. Kaynakçıların patlamadan birkaç saat önce çekilmiş fotoğrafları pek tuhaf. Trump’ın ilk açıklamasında patlama için ‘saldırı’ demesi ve Pentagon şefi tarafından ‘kaza’ diye düzeltilmesi şuursuzluğundan mı, yoksa istihbarat brifingini ağzından kaçırmasından mı, diye bile sorulabilir.

Fakat eğer birileri altı yıllık bir sabotaj planı yapmadıysa, yahut sonradan bir tezgaha girişmediyse, genel hikaye bu. Şu an için mesele cehalet, iltimas, işlevsiz bürokrasinin bileşimi. Dolayısıyla ‘başarısız devletin’ (failed state) sebep olduğu büyük bir ulusal trajedi gibi duruyor.

BAŞARISIZ DEVLET

Faciadan faydalanmak üzere kolları ilk sıvayan bu ‘başarısız devletin’ 1975-89’daki iç savaş sonrası Suudilerin öncülüğünde Taif düzenine dönüşen temel taşlarını, sömürge gücü iken 1930’larda döşemiş Fransa. Pek çok ülke Lübnan’a yardım yollarken, özellikle Hıristiyan nüfus üzerinde etkili Fransa öne çıktı. Küresel neoliberalizmin ‘altın çocuğu’ Fransa lideri Macron soluğu Beyrut’ta aldı. ‘Kızkardeş’ Lübnan’ın ‘kurtarıcısı’ gibi caka sattı. Lübnan’ın yeniden Fransız kolonisi olması için ‘Arap Baharı’nın gözde markası Avaaz üzerinden açılmış imza kampanyası eşliğinde Macron’un payına gülmek düştü. Lübnan’a yardım eli uzatmaktan söz ederken, ‘reformları bloke edenlere’ yaptırımları dışlamayacaklarını söyledi. Kastını herkes anladı. Hizbullah’a yakın El Manar muhabirinin sorusuna ‘vaktim yok’ diye izin vermedi, sonra durup başka sorular aldı.

‘ALLAHIN LÜTFU’...

Macron’un ‘reformla’ alakası Lübnan’ın yeniden inşası için iştah kabartan pasta. Facia sonrası ‘yardımdan’ bahsedenlerin ülkenin elektrik, su tesisleri, havaalanları, telekom şirketleri kadar devasa emlak varlığına da göz dikmesi şaşırtıcı olmaz. Gelecek Partili Başbakanı Saad Hariri 2019 Ekim’inde yakın çevresiyle birlikte milyarlarca doları hortumladıktan sonra istifa ederken, kur krizini ve ekonomik iflası tetiklemişti. Macron ve arkasındaki küresel yeni sömürgecilerin Hariri’yi ‘reformlar’ üzerinden dert edindikleri görülmedi.

Ondan enkaz devralmış Hizbullah destekli Hasan Diab hükümeti ise dert. IMF’nin avucuna düşmüş Lübnan’da bu hükümetin uzun süre ayakta kalması bu koşullarda zor. Lübnanlılara geçen seneki gösterilerde pazarlanmış kullanışlı ve genel ‘yolsuz siyaset sınıfı’ ana teması eşliğinde Taif’in çizdiği din ve mezhep sınırlarında roller düşeceği açık. Lübnan’ı yöneten de facianın sorumlusu da Hizbullah değil ama fatura Hizbullah’a kesilecek. Hizbullah’ın siyasi ve askeri gücüyle bunun karşısında nasıl duracağı mesele.

Lübnan için bakılacak yer Beyrut faciasının kimler için ‘Allah’ın lütfu’ olduğu. Facia sonrası ‘renkli devrim’ manzaraları, bakanlıkların basılıp bir polisin asansör boşluğundan atılması, Britanya istihbaratının Suriye için kurduğu Beyaz Miğferlerin Beyrut’ta belirmesi, tehlikeli bir kokteyl. Buradan bir renkli devrim umuluyorsa, sonuçları Beyrut faciasından kat be kat feci olabilir.