Bahçenin dışına hiç adım atmamış, bütün hayatınızı bahçede bitkilerle uğraşarak ve televizyon izleyerek geçirmişsiniz. Budama makası ve uzaktan kumanda protezleriniz. Ve birden bahçeden kovulduğunuzu ve kendinizi sokakta bulduğunuzu düşünün. Sokak, varlığı korumasız yakalıyor. Ne yaparsınız? Her cennetten kovulan gibi yeni bir bahçe ararsınız kendinize, sırf alışkanlıktan. Ve kentin cehennemsi kaldırımlarında rastladığınız gençlere yaklaşıp sorarsınız: “Affedersiniz, […]

Bıçak ve uzaktan kumanda

Bahçenin dışına hiç adım atmamış, bütün hayatınızı bahçede bitkilerle uğraşarak ve televizyon izleyerek geçirmişsiniz. Budama makası ve uzaktan kumanda protezleriniz. Ve birden bahçeden kovulduğunuzu ve kendinizi sokakta bulduğunuzu düşünün.

Sokak, varlığı korumasız yakalıyor. Ne yaparsınız? Her cennetten kovulan gibi yeni bir bahçe ararsınız kendinize, sırf alışkanlıktan. Ve kentin cehennemsi kaldırımlarında rastladığınız gençlere yaklaşıp sorarsınız: “Affedersiniz, çalışmak için bir bahçe nerede bulabilirim, söyler misinin lütfen?” Sokaktakiler için tuhaf bir soru: “Bahçe mi? Ne yetiştiriyorsun dostum?” Bahçıvan, bahçenin dilinden başka bir dil bilmez. Bahçe terimleriyle düşünür ve konuşur: “Kışın yapacak çok iş var. Bahar için tohum çimlendirip toprağı işlemek gerek.” Kuşkulanmıştır genç, “Saçmalık!” diye yanıtlar, “Seni kim gönderdi babalık?” Ve cebinden bıçağını çıkarıp bahçıvanın burnuna doğru uzatır. Hal Ashby’nin yönettiği, Jerzy Kosinski’nin romanından uyarlanmış, 1979 tarihli ‘Being There’ filminden söz ediyorum.

Ya da ekranlara yansıyan bir sokak röportajından da söz edebilirdim. Bahçıvan yine sokaklarda bahçesini, Millet Bahçesi’ni aramaktadır ve şöyle diyebilirdi: “Devletsiz millet, milletsiz devlet olmaz.” Kaldırımdaki genç de buna şöyle yanıt verebilirdi: “Devletsiz millet ney? Lan, bu devlette hard kapitalizm var lan, leşci, can alıcı!” Sokağın dili bir bıçak gibi keskindir. Keskin olmak zorunda, çünkü bahçesini ve bahçesinde budayacağı genç fidanları arayan bahçıvanlar dolaşıyor ortalıkta. Filmde burnuna uzatılan bıçak karşısında bahçıvanın tepkisi, cebinde taşıdığı uzaktan kumanda aletini uzatmak olmuştu. Hayatını bahçede bitkileri budayarak ve TV izleyerek geçirmiş bahçıvan, sokağın bıçak gibi dilinden uzaktan kumanda aleti ile korunacağını sanıyor. Sokak röportajındaki bahçıvan da televizyondan öğrendiği basmakalıp sözcükleri ağzında geveleyip duruyordu.

Sokak olayların yeridir. Sokakta yürümek, bıçak sırtında yürümeye benzer. Her an dengeniz bozulabilir ve düşmemek için yeni bir denge durumuna geçmek zorunda kalırsınız. Dili de öyledir. Filmde bıçak ve uzaktan kumandanın karşı karşıya geldiği sahne, sokağın diliyle bahçenin dilinin karşılaştığı ender sahnelerden biri. Bahçıvan çok geçmeden aradığı bahçesini, devleti bulacak ve sonunda devlet başkanının danışmanı olacaktır. Devlet başkanı, “Geçici teşviklerle büyümeyi arttırabilir miyiz?” diye sorduğunda bahçıvan bahçenin diliyle yanıtlar: “Kökler zedelenmedikçe bir şey olmaz. Ve bahçede her şey yolunda gider. Bahçede büyümenin bir mevsimi vardır. Önce ilkbahar ve yaz gelir ama sonra sonbahar ve kış. Sonra yine ilkbahar ve yaz olur”. Bahçe bitimsiz döngülerin yeridir, şeyler durmadan tekerrür eder, aynı olan geri döner. Toprağında klişeler, basmakalıp düşünceler biter. Bahçe güneşinin altında yeni bir şey yok, İncil’de yazdığı gibi, “Olmuş olan yine olacak.”

Ağızlarında bahçıvanın sözlerini geveleyenlerin dilleri uzaktan kumandayı andırıyor; tüm baskılara rağmen korkmadan doğruları haykıranların dili ise bıçak gibi keskin. Ne diyordu filmdeki bahçıvan? “Kökler zedelenmedikçe bir şey olmaz”. Ve bahçenin kısır döngüsü, zülmün durmadan geri dönmesi, “hard kapitalizm” sürüp gider. Dili bıçak gibi kullananlar, köklerini zedelediler önce; çitlerin içinde hapsolmak yerine, köklerinden kurtulan ve açık havada yürüyenler. Düşünmek yürümektir. Dilin, köklerini yitirip dışarıda dolaşması; göçebe ya da rizom dil. Rizomlar, ayrık otları; bahçıvanın baş belaları. Düşünenlerin dili keskindir, kısır döngü çatlıyor, ha dağıldı ha dağılacak. Bahçıvan bizi uyarıyor: “Herkes dilinin ayarına dikkat etsin. Aklına geleni işleyip, her ağacı taşlamaya kalkmasın.” Dilin ayarı bozuldu, sokağın dili daha da gür çıkıyor. Bahçenin kokuşmaya yazgılı mutlak dengesinde gübreleşmek istemeyenler, sokağa çıkıyor; dengenin sürekli bozulduğu ve yeni dengelerin kurulduğu sokak. Düşünmek, ağaç gibi dikine yükselmek değil, yeryüzüne sadık kalmaktır ve şeyler arasında yatay bağlantılar kurmak. Şimdi sokaklarda sözcükler dolaşıyor; bahçıvanın nefret ettiği ayrık otları.