"Amerika geri döndü. Dünyaya liderlik etmeye hazır, geri çekilmeye değil. Bir kez daha masanın başında oturuyor. Hasımlarıyla yüzleşmeye ve müttefikleri reddetmemeye hazır."

Birleşik Devletler, bu kez çoklu iç krizlerle cebelleşirken kampanyasında Amerikalılara 'dış politika orta sınıfa çalışacak', dünyaya da 'çok taraflılık ve diplomasi geri gelecek' demiş olan Biden, öyle görünüyor ki Amerikan müesses nizamının 'oyun kitabına' geri dönüyor. Münih konferansı ABD ve Avrupa'daki yakın müttefiklerinin verdiği mesajlar ayrı bir yazının konusu. En acil mesele ise İran ile BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı onayıyla mühürlenmiş nükleer anlaşmanın, kısa ismiyle JCPOA'nın (Joint Comprehensive Plan of Action-Ortak Kapsamlı Eylem Planı) akıbeti.

ŞU MEŞHUR 2015

Barack Obama döneminin sonlarına doğru İran ile uzun ve zorlu bir müzakere sürecinin ardından Temmuz 2015'te JCPOA yapıldığında, Joe Biden başkan yardımcısıydı. Anlaşmaya dair tespiti de "İran anlaşması İran nükleer programını kutuya kaldırdı" olmuştu. 2017'de başa gelen Trump, İran'a karşı 'azami baskı' şiarıyla politikalarını Körfez monarşileri ve İsrail üzerinden şekillendirdi. Ve 1.5 sene geçmeden 8 Mayıs 2018'de ABD'yi JCPOA'dan tek taraflı olarak çıkarttı.

Mayıs 2018'de İran anlaşmadan kaynaklı yükümlülüklerini yerine getiriyordu. Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme (NPT) anlaşmasına taraf olan İran, elektrik ve tıp teknolojisi için sivil nükleer program geliştirebilmesini mümkün kılan JCPOA uyarınca, operasyonel santrifüjlerinin üçte ikisini kaldırmış, düşük oranda zenginleştirilmiş elindeki uranyumu ihraç etmiş, plütonyum reaktörlerinin çekirdeğine delikler açıp betonla doldurmuş ve tüm tesislerini BM'ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEK) denetimine açık tutuyordu. Böylelikle nükleer silah geliştirmeyeceği vaadini uluslararası denetim mekanizmasına sokuyordu. UAEK raporlarıyla sabit.

TAHRAN'IN 'BIDEN UMUDU'

Ancak İran'ın tutumu Trump'ın ABD'ye anlaşmadan çekmesini durdurmadı. Biden 2018'de "ABD'nin İran nükleer anlaşmasından geri çekmesi çok büyük bir hatadır" dedi. Trump'ın bu yolla ABD, Ortadoğu ve dünyayı daha az güvenli kılacak bir kriz ürettiği değerlendirmesinde bulundu. Biden'ın ekibinin azımsanmayacak bir kısmı İran'ın nükleer silah geliştirmemesini garanti altına almış 2015 anlaşmasının kotarılmasında rol oynamışlardı. Ve Biden 2020'de başkanlığa soyunduğunda vaatlerinden birisinin de JCPOA'ya geri dönmek olması kimseye sürpriz olmamıştı.

İran, Trump'a rağmen bir yıl boyunca anlaşmada kaldı, yükümlülüklerini yerine getirmeye devam etti. Ağır yaptırımlarla ekonomisi dibe vururken, petrolünü satamaz olurken, bloke paraları serbet bırakılmazken, dünya ile entegrasyonu ve Avrupa yatırımlarını dileyen neoliberal Hasan Ruhani yönetimi İran halkına vaatlerini tutamazken... Tahran ancak bir yıl sonra adım atmaya başladı. JCPOA'nın 36'ıncı maddesi uyarınca (yani ABD'nin aksine kendisini bağlayıcı kılan anlaşmadaki yasal yolu kullanarak) yükümlülüklerini kademeli olarak azaltmaya başladı. Trump'ın ABD'sinin aksine oyunu kuralına göre oynadı. Bu esnek diplomasi de Avrupa kanadını pratikte Tahran için fayda yaratmamakla birlikte anlaşmada tutmaya yaradı.

Bu sayede Trump ABD'si, son yıllarda uluslararası planda en büyük diplomatik yenilgilerinden birisini yaşadı. Nükleer anlaşma uyarınca BM'nin İran'a silah ambargosunun süresi 18 Ekim 2020'de dolacakken, Trump yönetimi tek taraflı çekilmiş olduğu anlaşmanın 'snapback' mekanizmasını kullanarak BM yaptırımlarını tetiklemeye kalkıştı. Avrupa duvarına tosladı. AB dış politika şefi Joseph Borrell, Trump yönetimine 'anlaşmaya taraf olmadıkları için böyle bir hakları bulunmadığını' açıkça dile getirdi. ( https://www.birgun.net/haber/abd-nin-iran-yenilgisinin-anlattiklari-313043 )

Ruhani yönetimi adımlarını Biden'a ayarlı atmaya çalışırken, beklenmedik haber 2020 Kasım sonunda geldi. İran'ın baş nükleer bilimcisi Muhsin Fahrizade, Tahran yakınlarında bir suikastla öldürüldü. Ruhani yönetimini çok zorda bırakan bu çarpıcı olay İran'da bardağı taşırdı. İran meclisinde onaylanan yasayla, karşı taraf JCPOA'dan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirilip yaptırımları 23 Şubat'a kadar kaldırılmadığı durumda, İran'ın nükleer faaliyetlerine sınırlama olmaksızın geri dönülmesi ve UAEK'nın İran nükleer tesislerindeki tüm denetim ve gözetim faaliyetlerine son verilmesi kararı alındı. İran, NPT Ek protokolünü de gönüllü olarak uyguluyordu ama artık 'buraya kadardı'.

ABD'NİN 'İLK SEN DÖN...' RETORİĞİ VE SEÇENEKLER

Ruhani yönetimi artık gün saymaya başladı. 20 Ocak'ta Biden'ın başkanlığına Trump'ın iklim, göç, sağlık gibi konularda politikalarını tersine çevirip çok taraflılığa yönelerek başlaması, Ortadoğu ve dünyayı yakından ilgilendiren bu nükleer anlaşma için de umut yarattı. İroniktir, Antony Blinken'in Biden'ın yeni dışişleri bakanı olarak senato onay oturumları sırasında başlayan ve mütemadiyen devam eden mesajları bile bu umudu bozmadı. Oysa Blinken, açıkça 2015'te yapılmış JCPOA'yı 'değiştirmekten', Körfez ve İsrail'in yanı sıra İran'ın füze programını ve Ortadoğu'daki 'varlıklarını' katmaktan söz ediyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın temel retoriği de kısa süre içerisinde 'ilk sen dön' haline evrildi. Temel formülasyonun anlamı şuydu: 'tek taraflı olarak ABD'nin çekildiği anlaşmaya ilk olarak İran geri dönerse, Washington anlaşmanın yeniden yapılmasını tartışmaya açık olacak'.

Enteresandır ki ABD basını Trump'ı çoktan unutup 'anlaşmadan çıkmış İran' temasını işlerken, yorumcular da Biden'ın aslında anlaşmaya dönmeyi istediğini ancak senatoda onay bekleyen ekip üyeleri, çıkartamadığı COVID paketi ve İran karşıtı varlıklı bağışçılarını 'üzmek istemediği' gerekçelerini sıralıyor. Doğrusu pek ikna edici değil.

Ancak geleneksel Amerikan diplomasisinin zamanlamasının iyi işletildiği muhakkak. Biden'ın, bir ay sonra nihayet İsrail Başbakanı Netanyahu ile telefonda görüşmesini müteakiben, Trump yüzünden aslında parmaklarını kıpırdatmadan İran ile saf tutmak zorunda kalmış AB kanadı da tam manasıyla çark etme sinyalleri veriyor. Blinken perşembe günü JCPOA'nın Avrupa kanadının (Britanya, Almanya ve Fransa) dışişleri bakanlarıyla telekonferans yoluyla görüşüp 'ortak tutum' geliştirdi. İran'a NPT Ek Protokolü'nde kalması ve AB'nin çağrısıyla masaya dönmesi salık verildi. Kimileri de Katar'ın arabuluculuğunun devreye sokulacağını dile getiriyor.

NAFİLE GİRİŞİMLER

Bana kalırsa buradan gidilebilecek bir yol yok. "Biden Trump'ın politikalarını sözde reddediyor ancak pratikte aynı politikayı izliyor" diyen Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'in, 'anlaşmaya senkronize geri dönmek' önerisi getirmesinin yahut AB davetine olumlu yanıt vermesinin de durumu değiştirmesi zor. Belki Ruhani'ye kalsa, diplomasiyle anlaşmanın zorlanması bile mümkün olabilirdi. Ancak ABD'ye 'güvenilmeyeceği', karar alıcıların asla yükümlülüklerini yerine getirmeyeceği tespitini yapmış İran'ın dini lideri Hamaney, kırmızı çizgileri net olarak çizdi.

43 yıldır ambargo altındaki İran, Batı'dan gelişmiş savaş uçaklarına milyarlar harcamış Körfez'deki hasımları karşısında, tek caydırıcı gücü olan füze programını nükleer anlaşma ile tartışmaz. Bu 'gelin İran'ı işgal edin' demek gibi olur. Aynı şekilde Ortadoğu sahasındaki varlıklarını da nükleer meseleye karıştırmaz.

İran meselesi acil ve zamana yayılacak gibi değil. İran'da yaz başında cumhurbaşkanlığı seçimi var. Neoliberal Ruhani artık olmayacak. Kuvvetle muhtemel asker kanadından muhafazakar bir isim seçilecek. Biden'ın gerçekten vaatlerini tutma derdi varsa, yapılması gereken Ruhani trenini kaçırmaması; anlaşmaya geri dönüp, yaptırımları kaldırıp, Trump yüzünden pandemi döneminde ağır bedeller ödemiş İran'la 'insani diyalog' mekanizmaları yaratmak. İran İstihbarat Bakanı Mahmut Alevi'nin nükleer programla ilgili 'köşeye sıkışmış kedi' benzetmesi, dini liderliğin şeriata aykırılık fetvasına rağmen koşulların kendilerini korumak için İran'ı nükleer silah yapımına bile götürebileceği restini barındırıyor. Bu tüm bölge ve dünya için tehlike.

Bir aylık süre Biden diplomasisinin çerçevesini anlatmaya yetti. NATO savunma bakanları toplantısında IMF kredisine muhtaç Irak'ta asker sayısını artırma kararı çıkarken, İran'ın doğu sınırındaki Afganistan'da Trump'ın Taliban'la yaptığı barış anlaşmasını bozup, verili 10 bin askerden çok daha fazlasını konuşlandıracak savaş hali pekiştiriliyor. Bunlara Münih'ten verilen mesajlar eklendiğinde gidişatı hayra yormak mümkün değil. Ve Biden yönetiminin ilk aciliyet karşısındaki tavırdan bir kez daha anlaşılan da 'tehlikeli bir döneme' girdiğimiz.