ABD'nin Demokrat Başkanı Joe Biden görevine hakikaten çok talihsiz bir dönemde başladı. ABD kapitalizmi ve 'insani emperyalizmini' alenen 'çırılçıplak' bırakmış ve aslında Amerikan liberal demokrasisinin değerlerinin üstünlüğüne inananların en çok bu yüzden hazzetmediği selefi Donald Trump'ın ardından, Biden, küresel çapta bir 'değerler enkazı' devralmış durumda. Ve çıkarlar-değerler dengesinin temelinden sallandığı bir ortamda, gittikçe dikiş tutmayan yamalı bir bohçadan bir gece elbisesi çıkarmaya çabalıyor.

DIŞ POLİTİKANIN ASLİ UNSURU OLARAK DEMOKRASİ VURGUSU

Biden ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in Amerikan dış politikasına dair mesajlarının ön planına giderek 'demokrasi ve Amerikan değerlerini ortaklarıyla birlikte geri getirme' vurgusu yerleşiyor. Biden ve Blinken'in ilk açıklamaları, Biden'ın Avrupalı ortakların karşısına çıktığı Münih Güvenlik Konferansı'nda verdiği mesajlar ve son olarak geçen hafta açıklanan 'Geçici Ulusal Güvenlik Stratejisi Kılavuzu'nun kilit teması 'liberal demokrasiyi kurtarmak' diye özetlenebilir. 'Demokrasi' kavramı, farklı yönetim biçimlerinde farklı vurgular taşıyabilen 'yol, yöntem' olarak değil, 'Amerika'nın anladığı' biçimiyle -ve elbette serbest girişim özgürlüğüne dayalı- başlı başına bir 'değer' olarak sunuluyor. Son belgede 'insan hakları, ifade ve basın özgürlüğünün' ise genel olarak 'Amerikan değerleri, haklar' olarak formüle edilerek pek az anılması ve geri planda kalması doğrusu dikkat çekici. ABD'nin kendi içinde uyguladığı ve dış politikasında başka ülkelere koyduğu standartlar bakımından 'çifte standartlar' eşliğinde yarattığı tartışmalar ortada.

Nitekim Biden yönetiminin 'demokrasi' başlığına mutlak monarşi karakteriyle hiç uymayan, 'insan hakları' bakımından ise göze batan meydan okumasının 'Kaşıkçı vakası' olması tesadüf değil. Yani; Suudi Arabistan krallığının bir zamanlar itaatkar propagandistiyken, saray katakullileriyle ipleri eline alan veliaht prens Muhammed bin Salman'ın (MbS) 2017'de 'yolsuzlukla savaş' başlığında ülkenin ileri gelen iş insanları ve prenslerini temizlemesi sürecinde muhalif İhvan saflarına geçmiş ve Washington Post gazetesinde yazarlığa terfi etmiş Cemal Kaşıkçı'nın 2 Ekim 2018'deki cinayeti.

Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğunda vahşice ölümü, Demokratların Trump'a karşı mücadelelerinde en önemli temalarındandı. Suudilere 'demokrasi götürmek' gibi bir sorumluluğu hiç üstlenmemişken, 'insan hakları' gibi bir başlığı da bulunmayan Trump'ın doğrusu politikalarıyla tutarlı biçimde açıklamamayı seçtiği Kaşıkçı cinayetinin raporunu duyurmak, talihin cilvesi olarak Biden yönetimine düştü.

Amerikan istihbarat servisinin cinayetten veliaht prens MbS'ı sorumlu tuttuğu rapor, Biden yönetiminin Suudi Arabistan'la hassas ilişkileri yüzünden derhal 'boyunu aştı'. Rapor, cinayetin istihbarat kurumlarında mutlak hakimiyeti olan MbS'nin talimatı dışında işlenemeyeceğini vurguluyor. Fakat bir yaptırım da yok. Biden'ın 'cezalandırması' yaklaşık 76 Suudi yetkiliye seyahat ve vize yasağının ötesine geçmiyor. Ve hatta suç ortaklığı atfedilen 21 Suudi'nin isimlerini içeren orijinal rapor, izahat getirilmeden geri çekilip 18 kişi olarak yayınlandı. ABD medyası nedenini yazıyor: 'Suudilerin terörle mücadelede işbirliği, İran'la mücadeleye maliyetleri ve Riyad'ı Çin'e itmek' kaygıları.

'KUYRUKLU YALAN' İTİNAYLA EDİT EDİLİR

Hal böyleyken Beyaz Saray basın sözcüsü Jen Psaki, gazetecilerin sorgu suali karşısında çareyi önce yalan kıvırmakta buldu: "Tarihsel olarak ve hatta yakın tarihte, Demokratik ve Cumhuriyetçi yönetimlerin, diplomatik ilişkilerimizin bulunduğu ve hatta bulunmadığı yabancı hükümetlerin liderlerine yaptırım uygulamışlığı yoktur" deyiverdi. ABD yaptırımlar listesinde Lukaşenko'dan Maduro'ya, Hamaney'den Esad'a ve Mugabe'ye uzanan isimler ortadayken, Psaki'nin yardımına örneğin The Guardian koşmuş. Gazete çareyi gaflarıyla namlı sözcüyü edit etmekte bulmuş. Psaki sanki ABD'nin yabancı ülkelerin liderlerine yaptırım uygulamasının çok 'tipik olmadığını' söylemiş gibi aktarılırken, 'diplomatik ilişkilerimizin bulunmadığı' kısmı da atılarak 'kuyruklu yalana' giren bölüm uçurulmuş, olmuş bitmiş.

Ne ki, Biden'in seçilmeden önceki vaadi yerli yerinde duruyor. Özellikle de Trump'ın Suudilere öncelik sunan politikalarını eleştirirken, Riyad'a Kaşıkçı vakası ve Yemen savaşı üzerinden yüklenmiş ve "Onlara daha fazla silah satmayacağımızı, aslında onlara bedelini ödeteceğimizi çok açık biçimde belirtirdim" demişti. Haliyle şimdi Psaki'ye de "Suudi Arabistan ile ilişkilerimizin önemli olduğu alanlar var" diyerek Biden'ın Suudileri sert şekilde cezalandırmayı reddederek 'ABD'nin ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini' söylemek düştü.

Bu hikayenin özeti ABD'nin çıkarlarına hizmet eden yönetimler söz konusuyla eğer, mutlak monarşi, otoriter diktatörlük yahut insan hakları konusundaki ağır sicilleri olanların korunup kollanmalarının kaçınılmazlığı. Elbette meseleyi dış politikasının ana teması kılmakta bu denli ısrar etmiyor olsa, faturayı Biden'a kesmek de yersiz, zira on yıllardır var olan 'realist' tutumu yansıtıyor.

MBS'IN İMAJ TURUNDAN CANİLİĞE UZANAN YOL

Kaşıkçı raporu benim aklıma ise MbS'ın 2017 Kasımı'nda 'yolsuzluk operasyonu' adı altında varlıklı Suudi iş insanları ve rakip prensleri lüks bir otelde işkenceden geçirtmesi sonrasında Nisan 2018'de ABD'ye yaptığı 'imaj turunu' düşürüyor. O dönemde salt Donald Trump değil, Henry Kissinger'dan Hillary Clinton'a, Bill Gates'ten Elon Musk'a ve Oprah'ya, etkili ve yetkili şahsiyetler ile Harvard'dan MIT'ye ABD'nin itibarlı kurumlarına da konuk olmuştu. MbS'a 'İslamcılığı güncelleyip reforme edecek büyük modernleştirici' payeleri bile biçilmişti!

O vakitler 'kandırılmış' muhalif Cemal Kaşıkçı da otel vakasını dert etmemekte ve hatta 'Suudi Arabistan'daki vahabizme karşı prensin sosyal ve ekonomik reformlarının geniş halk desteğine sahip olduğunu' belirtmekteydi.

KAŞIKÇI CİNAYETİ

Bugün bedeni bile bulunamayan Cemal Kaşıkçı üzerinden MbS'ın itham edilmesi tartışması karşısında Riyad'ın tutumunu BM Büyükelçisi Abdullah el Muallimi'in sözleri iyi özetliyor. ABD istihbarat raporunun ortaya somut kanıt koymayıp, 'ihtimallerden bahsettiğini' belirten el Muallimi, "Prens cesurca ahlaki sorumluluğu üstlendi, zanlıları adalet sistemine sundu ve istihbarat servisinde reform sözü verdi. Dava kapandı!" buyurdu.

Kaşıkçı cinayeti bir 'insan hakları' vakası. Ve ABD'deki Demokratların ve liberal medyanın da katkılarıyla algılarımızı biçimlendiren, haliyle veliaht prensin Suudi bayrağındaki kılıçları kuşanan elemanlarının işledikleri vahşi cinayet. Bir iddiaya göre ise MbS'ın vaktiyle kendisini desteklemiş olan Kaşıkçı'nın aslında ülkesine geri getirilmesini istediği, boşanma işlemleri için başkonsolosluğa giden Kaşıkçı'nın ise kendisini kaçırmaya kalkışanlara direnirken var olan kalp rahatsızlığının kurbanı olduğu. Bu iddiayı dile getirenler, MbS'ın suikast planı yaptırmış olsaydı, Türk istihbaratının haberinin mutlaka olacağını ve kendisini başkonsolosluğa gitmemesi için uyaracaklarını dile getiriyorlar. Eğer doğruysa, bu durumda cesedin ortadan kaldırılmasındaki vahşetin ötesinde bu cinayet 'kasıtsız adam öldürmeye' sokulabilir hale geliyor. Ortada bedeni bile yokken, talihsiz Kaşıkçı'nın başına nelerin geldiğini kim bilebilir!

Her koşulda 'Kaşıkçı vakası' ABD'ye 'tüm dünyayı acımasız tiranlardan kurtaracak kahramanlık' bahşedenlere büyük zarar verdi. Hazır 'kötü Trump' gitmiş 'iyi Biden' gelmişken, dış politika 'otoriterliğe karşı demokrasi' dikatomisi üzerinden formüle edilmeye çalışılırken, iyilik-kötülük denklemine her zamankinden fazla ihtiyaç bulunuyorken, Kaşıkçı cinayeti denklemin 'çıkarlar' ayağına oturarak adeta bumeranga dönüşmekte. Bu yüzden misal 'ABD'de Demokrat yönetim pandemi koşullarında Amerikalılara saat başı 15 dolar asgari ücreti çıkartabilir fakat İran'la nükleer anlaşmaya geri dönmek için Cumhuriyetçilere ihtiyacı var, o yüzden...' formüllerini daha çok görüyoruz.

Twitter'da 'ABD Korku Bakanlığı' isimli bir hesap var. Soğuk bir ironiyle "Eğer Suudi hükümdarı Kaşıkçı'yı ölü görmek istediyse, onu kesmek yerine bizim protokollerimizi izleyerek İHA saldırısı ile yakıp kül etmeliydi. Adamı öldüresiye kesmek profesyonelce olmadı" diye yazmış. Biden dış politikasının Geçici Ulusal Güvenlik Stratejisi Kılavuzu ve Blinken'ın 'demokrasiyi, pahalı askeri müdahalelerle yahut otoriter rejimleri zor yoluyla devirmeye kalkışarak teşvik etmeyeceğiz' vurgulu yaklaşımını da daha fazla irdelemek lazım.