Ormanların, meraların, sit alanlarının, hazineye ait arazilerin kalkınmacı bir gerekçeyle projelendirilmesi, imara veya maden, enerji gibi yatırımlara açılması hükümetin neoliberal piyasalaştırma politikasının önemli bir ayağını oluşturuyor. Bu politikanın bir uzantısı olarak son yıllarda ne yazık ki tüm bu süreçlerin artan şekilde çevresel etki değerlendirmelerinden, meslek odaları görüşlerinden, bağımsız bilimsel çalışmalardan, halkın ihtiyaç ve taleplerinden uzak biçimde şekillendiği ve yönetildiği biliniyor.

Buna karşın, torba yasalarla, kanun değişiklikleriyle ve Cumhurbaşkanlığı kararlarıyla talanın ölçeği ve hızı da artıyor. Karar alma sürecinin bu şekilde düzenlenmesi, projelerin toplumsal ve ekolojik maliyetini de artırıyor. Hatta zaman zaman bir bölgenin neredeyse tamamiyle gözden çıkarılması gibi felaket sonuçlar ortaya çıkarıyor. Tema Vakfı’nın Kazdağları araştırmasına göre Biga Yarımadası ve Kuzey Ege’de yer alan 1 milyon 697 bin hektarlık alanın yüzde 79’unun madencilik ruhsatı verilmesi böyle bir örnek olay olarak düşünülebillir.

Dahası, Biga özelinde, bölge halkı başta olmak üzere yurttaşların tüm ruhsatların acilen iptal edilmesi talebine rağmen geçtiğimiz günlerde TBMM’ye sunulan torba yasa taslağı ile kamuya borcu olan ve ruhsat süresi dolan maden şirketlerine kolaylık sağlanması önerilebiliyor. Bu önerinin kamuyu zarara uğratacağı sıkça ifade ediliyor. Bununla birlikte, Alamos Gold gibi bir süredir ruhsatsız biçimde bölgede kalmayı sürdürebilen şirketlerin ödüllendirilmesi anlamını da taşıyor. Yani halka, kendine sorulmaksızın sürdürülen çalışmaların zararı dayatılırken şirketlere de bunun keyfini sürmek kalıyor.

Neredeyse tamamiyle tehdit edilen bir diğer bölge de son günlerde yeniden konuşulmaya başlanan Muğla olarak karşımıza çıkıyor. Muğla’daki kıyıların imara açılmasıyla ilgili olan biteni anlamak üzere bilgisayara oturduğumda gördüm ki Muğla’nın tamamı ciddi biçimde talan edilmek isteniyor: Gökova Körfezi ile Marmaris, Milas ve Ula ilçeleri doğal sit alanlarının statüleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca değiştiriliyor ve böylece yapılaşmanın önü açılıyor. Muğla’da bulunan 32 sahaya da Jeotermal Elektrik Santralı yapılması için ilana çıkılıyor. Son olarak da Bodrum’da bulunan denize sıfır 1 milyon 100 bin metrekarelik hazine arazisinin Cumhurbaşkanlığı kararı ile yapılaşmaya açılıyor.

Dünyanın ekolojik dengeyi nasıl tekrar sağlayabiliriz üzerine kafa yorduğu bu zamanlarda, bu projelerin gerçekleşmesi halinde Muğla’da doğal alanların önemli miktarda azalacağı, toplumun doğaya ve kıyılara erişiminin kısıtlanacağı, havanın ve su kaynaklarının kirleneceği, tarımsal faaliyetlerin ve kırsal yaşam biçimlerinin zarar göreceği kolayca görülebiliyor. Bölgenin daha fazla betonlaşacağı, özel alanların artacağı ve şirketleşeceği de görülebiliyor.

Kalkınma ve ekonomik büyüme gibi iddialara dayanan bu tip projelerin, toplumsal ve ekolojik maliyetlerinin gösterdiği, bunların rant piyasası oluşturmanın araçlarını oluşturduğu dışında bir şey değil. Hükümet de tüm varlığı ile bir parçası olduğu bu piyasanın sürdürülmesini sağlama rolünü üstleniyor.


1 milyon metrekarelik alanın imara açılması kararının iptali ve yürütmenin durdurulması için itiraz eden Muğla Büyükşehir Belediyesi başkanı Osman Gürün şöyle diyor: ‘‘Daha önceki planda doğal ve ekolojik yapısı korunacak alan, büyük bölge parkı, büyük kentsel yeşil alan bir gecede Ankara’dan kentsel gelişim alanına yani ticaret, turizm ve konut alanına dönüştürüldü.’’ Bu itirazın da gösterdiği gibi Muğla’nın talanı tek başına bir ekolojik sorun olarak tarif edilemez. Bu aynı zamanda, eşit derecede bir demokrasi sorunudur. Bu türden kararların Ankara’da alınması hükümetin antidemokratik, tek adamcı yönetim anlayışının yansımasıdır.