İnsanların muayyen fikirleri yok, hangi insan bir konuda neler düşünür?

İnsanların muayyen fikirleri yok, hangi insan bir konuda neler düşünür? Yaptıklarından yazdıklarından, savunduklarından bunu anlamıyorsunuz.

Niçin mi? Çünkü bu insanların fikirleri o an hangi ittifak içindelerse ve o andaki çıkar tablosu neyi gösteriyorsa, ona göre konum alıyor. Bu çok tuhaf bir durum, işin gerçeği sektörün bütününe yansımış durumda.

Aslında küçük küçük çok sayıda geçici olarak kurulmuş ve zamanla safların yer değiştireceği bir sürü değişik şirket gibi, çıkar şirketleri bunlar, sonrasında ise çıkarlara göre anında kuruluyor ve yıkılıyorlar: işte size küçük bir Türkiye.

Bu durumun sonuçları çok ağırdır, mesela hiçbir tartışma sürecinde ilkeler düzeyinde ve genel olarak sinema camiasını bir bütün olarak ele alan bir tartışma yaşanmıyor, tartışmaların kişisel bir boyut kazanması da bu yüzdendir, vurun abalıya cinsinden yürümesi de bu nedenledir. Sonuçta sinema dünyasında çekim gücü olan ün ve paradır, paranın etrafında insanlar sinek gibi durmadan dönüyor. Sonuçta ne mi oluyor? İktidar hepsini sıraya diziyor, iktidarın sayısız tetikçisi ortaya çıkıyor.

SANSÜR TARTIŞMASI VE KESE

Gerek sansür, gerekse destekler konusu özellikle bu işlerin yürütülmesinden anahtar nokta: iktidar keseyi elinde tuttukça kolektif bir tavır alınamıyor ve haklıyı-doğruyu bulmak değil, dediğini yaptırabilmek hedef haline gelince, ortalıkta pek çok kişinin aslını bildiği kirli oyunlar dönüyor.

Özelikle de festivallerin bu şekilde yürüdüğü nettir, yani festivaller Türkiye’de sinema camiasına akan gelirin dağıtılmasında kritik bir halkayı oluşturuyor, aynı nedenle festivallerde yürüyen kirli ilişkiler doruk noktasına çıkıyor.

Festivallerle seyirci ilişkisi bir iki istisna dışında tümüyle birbirini dışlayan bir sürece benziyor, festivalde ödül almak çok az iş yapmak ve seyircinin sayısının az olacağının bir kanıtıymış gibi oluyor. Türkiye’de sinema dünyasında festival denilince paranın bakanlık kanalıyla dağıtımında yalnızca Anadolu’yu düşünmeyin, en az Türkiye’de yapılan festivaller kadar yurt-dışında da inanılmaz ucuz ve değersiz çok sayıda Turkish Film Days düzenliyoruz ve bu işlerde milyonlarca lira tümüyle çarçur ediliyor.

Öyle örnekler var ki bakanlığın destek kurulunda yer alıp insanlarla yüzde oranında anlaşmaya çalışan üyeler vardı geçmişte, üstelik bunların kokusu çıkıyor.

Türkiye’de pek çok insan sinema dünyasına girebilmek için kendi ilkelerini düşüncelerini ve sanat anlayışını çiğniyor, bu piyasanın işleyiş biçimi. Piyasa genel olarak seyirci üzerine kurulmamış: Bu da büyük oranda sinema sektörünün yabancılaşması anlamına geliyor, halka hitap etmeyen bir sinema dünyası var, toplum içinde seyredilmesi ve tartışılması büyük oranda bunun dışında kalmış. Belirli şirketler var, sinema piyasası içinde, bu yabancılaşmanın doruk noktasını yaşıyorlar, hemen hiçbir filmleri çok iş yapmıyor, hatta sosyolojik anlamda bile filmleri önemsiz, buna karşın festival kuşları gibi ortalıkta dolanıyorlar ve bu şirketlerin işleyiş biçimi de kurdukları ilişkilerle şekilleniyor. Bu şirketler kirin doruk noktasını oluşturuyor.

Sinema dernekleri ya da meslek birlikleri de çoğunlukla bu ilişkilerin daha örgütlü haline dönüşmüş durumda, bu anlamda bir meslek birliğine benzemiyor, çünkü aslında güçlü bir sektör içi aktör haline gelen bir şirkete sahip olmayınca, meslek birlikleri bu süreçte etkili oyuncu olabilmek için bir vesile oluyor.

Bu anlamda SİNEMA DÜNYAMIZ, İLİŞKİLERİMİZ, İLKELERİMİZ VE EYLEMLERİMİZ BÜYÜK ORANDA YABANCILAŞMIŞTIR. Bu süreçte kritik halkayı oynayan ise SEKTÖR İÇİNDE BELİRLEYİCİ OLANIN SEYİRCİ DEĞİL, SÜBVANSİYONUN DEĞİŞİK BİÇİMLERİ OLMASIDIR. SEYİRCİNİN ÖNEMSİZLEŞTİRİLMESİ SEKTÖRDE SANATIN VE TOPLUMBİLİMİN KAYBETMESİ ANLAMINA GELİYOR ÇÜNKÜ.

Bu anlamda sinema dünyasına baktığımızda, tartışmaların tarihsel kökenlerini anlatmak bir dereceye kadar önem taşıyor, çünkü bugünü anlatmak için ilkesel ve tarihten gelen karakteristiklerinin yanında, bugün kurulan ittifakların ve çıkar birlikteliklerinin çok önem kazanması nedeniyle, her olay bütünün bir parçası olmaktan ziyade dedektif gibi araştırılıp neyin niçin olduğunu anlamak gerekiyor. Sonuçta ilkeler-doğrular-parça bütün ilişkisi bunlara göre kurularak yeniden incelenmesi gerekir. İLKESİZLİĞİN DOĞRUDAN BİR SONUCU SİNEMAMIZIN İKTİDARA TABİYETİDİR.

GEZİ VE SİNEMA

Pek çok insan sinema dünyasında kendi dünya görüşü olarak radikal sözlerle dillendiriyor, sektörün içindeki ilişkilerde ise en tabi olan, en işbirlikçi eylemlerde bulunuyor.

Gezi sürecinin ardından olaya bakıldığında, net olarak Geziye katılanlar ve destekleyenler sektörün bir parçası olduklarını hatırlatan iktidar karşısında, bir isyan ruhuyla değil, çok kısa bir sürede bir teslimiyet çizgisine yöneldiler. Kapalı kapılar ardında iktidar onlara elinde kırbaç olarak kullandığı keseyi gösterip, kurtlarınızı döktünüz, şimdi ortalığı temizleyin emrini vermiş olmalı.