Düne kadar polisle zabıta üniformasını karıştırma ihtimali olan insanlar, artık sivil polis tanıma iddialarına giriyor

Bildiklerimizden utanıyoruz

ZİHNİ BAŞSARAY - zihnibassaray@gmail.com

Anadolu tarihinin ilk kitlesel delirmesine doğru gitmekte olduğumuz bugünlerde şaşırma yetimizi yavaş yavaş kaybediyoruz. Ne duysak, ne görsek sanki günlük hayatımızın bir parçasıymışçasına kabulleniyor, acısını yaşıyor ve kısa bir süre sonra rutinimize dönüyoruz. Tabii şimdi rutin diyince insanın zihninde sakin bir düzen beliriyor. Oysa durum öyle değil. Uyumadığımız zamanlarda yaşadıklarımız değil bahsettiğim, duyduklarımız, gördüklerimiz, bildiklerimiz ve kanıksadıklarımız. Kafamızın içinde uzun bir adam moonwalk yapıyor dostlarım.

Şüphesiz insanı üstün kılan en önemli faktörlerden biri bilgi. Her insan, hayatının doğal akışına göre öğreniyor, öğrenme ihtiyacı hissediyor ve merak ediyor. Yani işin normali bu. Çünkü bilmek sorumluluk gerektirir. Cehaletin ölçüsü de, kişinin hayatta kendini tanımladığı noktada bilmesi gerekenlerdir. Bundan daha fazlası keyfe girer, isterse öğrenir. Oysa biz artık, bilmemenin lüks olduğu garip bir zaman dilimindeyiz. Bir insanı yalnızca bildiklerinden tanımaya çalışmak çok acımasızca olur ama bir devleti öğrettiklerinden tanıyabiliriz.

HDP Diyarbakır mitinginde bombanın patladığı sahneyi hatırlıyor musunuz? Eğer hatırlamıyorsanız lütfen bir daha izleyin. Bomba sesini duyduğu anda insanların nasıl muntazam bir şekilde kaçtıklarına, kimsenin birbirini ezmediğine yeniden şahit olacaksınız. Bu bir refleks değildir, bu öğrenilir. Bir halk düşünün ki, kuşak farkı gözetmeksizin kalabalık bir alanda bomba patladığında nasıl kaçması gerektiğini içselleştirmiş.

Bazen kendime ve tüm arkadaşlarıma uzaktan bakıyorum. Aslında bizi var eden, insan olduğumuzu hissettiren konuları konuşamıyoruz. Kendi halinde, sıradan insanlar olarak başladığımız yolculuğun sonunda cihadist örgütlerden en az 3’ünün izmini ezbere bilmeyeni yadırgadığımız günlere vardık. Düne kadar polisle zabıta üniformasını karıştırma ihtimali olan insanlar, artık sivil polis tanıma iddialarına giriyor. Bakın bunlar öyle siyasi mücadele içinde olan insanlar falan değil. Bunlar, bilmek zorunda bırakılmış insanlar.

Aramızda E-5’te giden TOMA görünce şaşıran kalmadı. Plastik mermi boyutlarından TOMA suyuna konulan kimyasallara, biber gazını üreten firmanın kurumsal iletişim sorumlusundan güvenli VPN uygulamalarına kadar öğrendik. Bir ülkede bir ses mühendisi neden gündem olur ya? Burada oldu. Bu ülkede milyonlarca insan ses montajının hangi frekanslar arasında mümkün olduğunu merak edip okudu.

Geçen gün Kadıköy’de şair bir arkadaşımla parça tesirli bombanın yarattığı tahribat hakkında tartıştık. Ressam bir başka arkadaşım da IŞİD’in mühimmat tedariği hakkında flood yapıyordu en son. Bakın Kubrick yazmadı bu hayatı, yaşandı bu. Büro sekreteri haricinde Baro’nun telefon numarasının onbinlerce insan tarafından ezbere bilindiği başka bir ülke düşünebilir misiniz? İslam’ın şartlarını, imanın şartlarını ve Atatürk’ün ilkelerini ezbere bilen insanlar olarak yetiştirildik, gözaltı süresini ve gözaltındaki haklarını ezberleyen insanlara dönüştük. “Genelkurmay Başkanı’nın adı bile bilinmeyecek” vaadiyle sivilleşeceği iddia edilen ülkede bakan çocuklarını, Vali’lerin damatlarını yolda görsel tanıyacak hale geldik. Ben sesini tanıyamadığım için sevgilisi tarafından terk edilmiş insanım arkadaşlar, şu an bütün kabineyi sesinden tanıyabilirim. Daha ne diyeyim?

Sıradan yaşamlarımızla, sıradışı memleketimiz arasında sıkışıp kaldık. İki duvar arasında gidip gelen pinpon topu misali kendi sıradanlığımızla, isyan isteğimize rağmen hayatımızdan taviz verememenin getirdiği mahcubiyet arasında dolaşıyoruz. Bilmemenin, ilgilenmemenin, merak etmemenin huzuru elimizden alınırken, daha fazla bilip, üzerine daha fazla konuşup, birbirimizi ikna etme telaşına hapsolduk. Oysa bizim trend topiclerimizin hiçbiri, bir gazete manşeti kadar duyulmuyor. Kendi küçük salonumuzda yankılanan sesler arasında gerçeği bulmaya, duvarı yıkmaya çalışıyoruz.

Bilgi elbette ışıktır ancak eyleme dönüşmeyen bilginin gölgesi, insanın içine düşer. Kendi içindekini görmez olur. Kendinden sıyrılıp, başkalarını ikna edebildiği kadar var olmaya çalışan insan, aslında ikna etmeye çalıştığı kişilerin de aynı dertten muzdarip olduğunu görmez. Haklılar arasında daha haklı olma yarışı, haksızlığı yaratanların lunaparkıdır. Biz dönmedolap misali yerle gök arasında dolaştığımızı sanarken, aslında sonsuz bir döngünün içinde yuvarlanır olduk. Kolektif bir kötülük karşısında en temel ve sıradan gerçeklerle birbirimize tutunmak zorundayız.