Hangi hilafet: Mezopotamya’nın binlerce yıllık geçmişine ait arkeolojik ve tarihi tüm mirası yok eden ve bu mirasın korunduğu müzeleri bombalayanların hilafeti mi? Sivas’ta, “Hilafet isteriz” diye sokaklara dökülen, insanları otele sıkıştırıp diri diri yakan binlerce kişinin hilafeti mi? Kadınları yarıya kadar toprağa gömüp taşlarla linç edenlerin hilafeti mi? Seçeneklerimiz bunlar! Liberallerin hilafeti mi, kendilerine sorun!

Bileşik kaplar yasası ve liberallerin hilafeti

Serhat Halis

1 Nisan 1979’da Humeyni, “İslam Cumhuriyeti’ne evet mi hayır mı?” referandumu yaptı. İranlı liberaller ve demokratlar bu süreçte tüm uğraşını seçimlere ayırmış, Humeyni ve taraftarlarının daha fazla ileri gidemeyeceğini dillendiriyorlardı. Bir süre sonra ise Humeyni, ‘yargı atamalarının yapılmasını öngören oylama’yı yapacaktı. Liberaller ve demokratlar, benzer şekilde bu adımın ötesine gidilemeyeceğini düşünüyorlardı. Oysa Humeyni ve mollalar tüm bu süreçler boyunca nüfuzunu artırarak ülkenin her noktasında örgütleniyordu. Nihayetinde “İslam Kültür Devrimi” oylamasına geçildi ve liberaller bu seçimlerden sonra aldatıldıklarını, oyalandıklarını anladırlar ama iş işten geçmişti...

Mollalar istediklerini başarmışlardı. Demokratlar ve liberaller, İran’ın bir şeriat devletine dönüşebileceğine asla ihtimal vermiyorlardı. 1982 yılına gelindiğinde ise artık İran’da özgürlüklerin esamisi okunmuyordu. Geriye yüz binlerce mahkûm ve ölü kalmıştı. İran ise artık bir şeriat devletiydi…

Son günlerde Türkiye’de yeniden alevlenen hilafet tartışmaları bize ilk elden İran’ın başına gelenleri hatırlatıyor. Zira hem hilafet ve şeriat arasındaki diyalektik bağ, hem de İran ile Türkiye arasındaki benzer siyasal süreçler buna olanak sağlıyor. Bugün hilafet isteyenlerin, “şeriat-saltanat” ekseninde yürüttüğü dayatma, esasen son 20 yıldır geliştirilen propagandayla beslendi ve büyüdü. Her şey, “üniversitelere başörtüsüyle girilebilmeli” gibi naif ve zararsız görünen bir taleple başladı. Oysa bu söylem, hilafete giden yoldaki kapıyı açan ilk anahtar oldu adeta. Sonraki kapılar ardı ardına açıldı. Anahtarın olmadığı yerde ise kapıları açmak için uygun aparatlar aranıyor ve çok geçmeden de bulunuyordu. liberal maymuncuklar, direnç gösteren tüm kapıları açmaya uygun aparatlardı.

Tıpkı İran’daki gibi, bir dönem için teklif edilmesi bile tahayyül edilemeyen uygulamalar, teker teker devlet kurumlarında ve sosyal hayatta yerlerini alıyordu artık. Atılan adımlar karşısında gelişebilecek olası toplumsal refleks ise kanaat önderleri, entelektüeller ve çeşitli akademisyenler tarafından hızlıca törpüleniyordu. Ülkedeki demokratlar ve liberaller ise atılan her adım sonrası “Daha fazla ileri gitmezler, Türkiye dinamikleri itibariyle buna cevaz veremez” diyeceklerdi. Hilafetçilerin önlenilemez yükselişinin en mühim manivelalarından biri olarak liberaller, tarih sahnesine altın harflerle adlarını yazdırıyordu.

Siyasal İslam “modern” çağda her daim böyle yükselmiştir. Bu işin yasası budur. Modern toplumda ve çağda liberalin desteğini almadan yükseliş gösteren bir siyasal İslam örneği yok gibidir. Her ideolojik formasyon toplumsal olaylar karşısında kendi mayasına uygun tavır takınır. Liberalizmin siyasal İslam’a arka çıkmasını da bu gerçek üzerinden okumak gerekir. Onlar. her düşünceye özgürlük adı altında negatif formların gelişip serpilmesine destek sundular. Bunu ise inançlara ve düşüncelere özgürlük gibi demokrat söylemlerle savunacaklardı. Oysa eşit yoğunlukta olmayan fikirler, aynı ortamda aynı hız ve kalitede gelişemez.

Bileşik kaplar yasasına göre; alt kısımları birbirine bağlı, değişik yükseklik ve değişik hacimlerdeki kapların içine konan sıvı, her kabın içinde aynı seviyeyi buluncaya kadar yükselir. Ancak sıvılar aynı cinsten değilse, bunların arasındaki yükseklik farkı, sıvıların yoğunluğu ile ters orantılıdır.

Devlet vasıtasıyla alt kısımları birbirine bağlı olan farklı kapların içindeki “organizma” her kabın içinde aynı seviyeye kadar yükselecektir. Ancak bu “organizma sıvıları” aynı cinste ve yoğunlukta değilse, bunların arasındaki yükseklik farkı, bunların yoğunluğu ile ters orantılı olacaktır.

Cinsleri ve yoğunlukları aynı olmayan düşüncelerle, birbirine bağımlı platformlar içinde özgürlük ve eşitlik istenmesi, uzuvları orantısız ucube bir sonuç doğurur. Burada güçlü olan kategoriye tanınmış özgürlükler, görece daha zayıf olanların yaşam alanlarına doğru genişleyerek, onlar üzerinde bir baskı haline dönecektir. Zira özgürlük, merkezden çevreye doğru genişleyerek başka özgürlük alanlarını kısıtlama istidadı taşır. Özgürlük alanlarının genişlemesi, güçlü olanın diğerleri üzerinde hüküm sürmesi ile sonuçlanır.

Bugün Türkiye’de hilafetin yeniden tartışılabiliyor olmasında, bunun etkisi yadsınamaz. Yoğunlukları fazla Hilafet yanlıları, olanaklar sunulduğu için hedeflerine ulaşıncaya kadar büyüyeceklerdir. Günümüzde hilafet, onu isteyenlerin pratiklerinde kendini gösterir. Yeni dönem liberalleri ise hilafet ile şeriat arasındaki ilişkiyi ilga edip farklı ve belki de kabul edilebilir hilafetlerden bahseder oldular.

Peki o zaman hangi hilafet: Mezopotamya’nın binlerce yıllık geçmişine ait arkeolojik ve tarihi tüm mirası yok eden ve bu mirasın korunduğu müzeleri bombalayanların hilafeti mi? Sivas’ta, “Hilafet isteriz” diye sokaklara dökülen, insanları otele sıkıştırıp diri diri yakan binlerce kişinin hilafeti mi? Kadınları yarıya kadar toprağa gömüp, taşlarla linç edenlerin hilafeti mi? 8 yaşındaki kız çocuğuyla evlenen 63 yaşındaki erkeğin hilafeti mi? Afganistan’da gencecik bir kadın olan Ferhunde’yi sokak ortasında linç ederek öldüren hipnozlanmış yığının hilafeti mi? Nijerya’da bir kentte bulunan yaklaşık bin kişiyi yakarak öldüren Boko Haram’ın hilafeti mi? Ezidi kadınları kaçırıp onları köle haline getiren, tecavüz edenlerin hilafeti mi? “Erkekler, eşleri öldükten sonra 6 saat içinde ölü eşiyle cinsel ilişkiye girebilir” diyen din âliminin hilafeti mi? Seçeneklerimiz bunlar! Liberallerin hilafeti mi, onu kendilerine sorun!