Bu ülkeyi anlamak bazen hakikaten çok zor oluyor. Koskoca adamlar…

Bu ülkeyi anlamak bazen hakikaten çok zor oluyor.
Koskoca adamlar…
Tuğla kalınlığında kitaplar, makaleler yazar… Tablolar, istatistikler, rakamlar yayınlar…
Gazetelerindeki köşeleri yetmez… Akşamları da televizyonlarda zuhûr ederler.
Askeri vesayetin nasıl da sona erdiğinden… Özgürlüklerin ne kadar da genişlediğinden… Memleketin ne de hızlı demokratikleştiğinden…
Bütün bunların, aslında, (muhayyel de olsa) Avrupa Birliği sürecinin sonuçları olduğundan bahsederler de...
İyi, peki, güzel ama…
Bütün bunlar gündelik hayata nasıl yansıyor… Sıradan insanlar için neler değişiyor…
Ya da… Neler hiç değişmeden kalıyor diye dönüp bakmazlar.
Yazdıklarını gözden geçirme zahmetine katlanmazlar.
Daha kötüsü…
Gerçek hayatta işlerin nasıl yürüdüğünü aslında herkes tarafından bilinir de…
Bilinmezmiş gibi yapılır... Birden bire buharlaşıverir, konuşmaya başlayınca.
•••
Muhtemelen yoğun mistik hezeyanlardan mustarip bir meczup…
Aşiyan Mezarlığı’nda… Önce vatandaşlara sataşır, sonra kendisini durdurmaya çalışan bir polisi öldürür.
“Bu arada” kendisi de ölür.
Televizyonlar…
Ambulansın olay yerine geç geldiğini… Mezarların arasından geçip yaralı polise ulaşmak için ayrıca çok vakit kaybedildiğini…
Dakika dakika kaydedip bize sunarlar da…
(BirGün’ün haberini bir yana koyarsak…)
Meczup da, saldırgan da, katil de olsa… İkinci yaralıya tıbbi müdahalenin zamanında yapılıp yapılmadığından… Olayda bir ihmal olup olmadığından tek cümle bahsetmezler.
TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun Başkanı… (Aynı zamanda eski Özgür Gündem yazarı da değil miydi?) Zafer Üskül bir çift lâf bile etmez.
•••
Milyonlarca işsiz… Milyonlarca yoksul aç gezer…
Milyonlarca emekçi günde on iki, on dört saat çalışır da…
Ekonomi profesörleri hâlâ rakamları uçuşturur kafalarımızın üzerinden.
Taşeron çalışma, çalıştırma sonra…
Ne kadar vahşi, ne kadar kötü, ne kadar insanlık dışı olduğunu bilmek, anlamak, hissetmek için…
Bir teoriye ihtiyaç var mıdır… Herkes bilmez midir aslında?
(Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kurultay konuşması… Sadece o tek cümle için… “Taşeronu gömeceğiz”… Dikkate değer değil miydi?)
12 Eylül’den bugüne… Otuz yıldır, yani…
Sendikaya üye olduğu için işten atılanların sayısının… Sendikalı işçi sayısından kat be kat fazla olduğu…
Herkesin bildiği bir sır değil midir?
•••
Ya şu Bilgi Üniversitesi’nde yaşananlara ne demeli?
Sol, sosyalizm, Marksizm de dahil her düşünceye açık…
İnsan haklarından sosyalizmin sorunlarına…
Ermeni Konferansı’ndan Immanuel Wallerstein söyleşilerine kadar…
Her türlü demokratik, muhalif etkinliğe ev sahipliği yapan Bilgi Üniversitesi.
Sıra kendi çalışanlarına gelince…
Merdiven altı çalışan bir konfeksiyon atölyesi… Yapsatçı bir inşaat müteahhidi…  Kapkaçcı bir kot kumlama taşeronu gibi mi davranmalıdır?
Sadece ve sadece sendikal haklarını kullandıkları için…
Önce Prof. Nevin Ateş’i…
Sonra Kadir Karabulak’ı, Rıza Karaçeper’i..
Şu bizim Naz Duru’nun, henüz üç aylık yumuş Ekin Su’yun babası Bülent Karaçeper’i …
Önce işten atmak…
Sonra da taşeron çalışmaya zorlamak yakışır mı Bilgi’ye?
•••
“Bilgi“ bu mudur yani?
“Bilgi”nin epistemolojisi bu mudur?
Sadece bir piyasa markası mıdır “Bilgi”?
Eğer öyleyse…
“Bilgi”nin bu kadar piyasalaştığı yerde…
Direniş kaçınılmaz…
Zafer vacip değil midir, peki?