Bir yabancı teknik direktör daha kopup gitti bizim futbol fakiri coğrafyadan, eminim ne ilk ne de son… Benim gibi futbolculuğunu da izleme fırsatı bulmuş olanlar, onu entelektüelliği, güzel konuşması, duruşu, farklılığı ile hatırlayacaktır; yaşamda olduğu gibi futbolda da efendiliğin fazla rağbet görmediği zamanlarda... Tüm sezon boyunca kendi evinde oynayamamış, stadı bile olmayan bir takımla sezonu deplasmanlarda geçirmiş, şehirdaşı iki rakibine göre kadro ve bütçe açısından hayli geride olmasına rağmen son haftalara kadar yarışta kalmış, üstelik Avrupa’da hiç de fena sayılmayacak sonuçlar almış siyah beyazlı takımın 2000 senesinden beri kovulan 17. hocasıydı Slaven Biliç. Üstelik yakın geçmişte sekiz gol yedikleri Liverpool’u elediği sezonda! Arsene Wenger’in Arsenal’in başında olduğu günden beri 20 teknik direktörle çalışmış siyah-beyazlılar, bunlardan 12’si yabancı. Biliç o saadet zincirinin son halkasıydı. Başarının sadece şampiyonluk olarak görüldüğü, kafayı yıldızla, kupayla bozmuş garip bir futbol düzeninde ligi 3. sırada bitirdiği için kovuldu. Üstelik uzaklarda, dünya devi Manchester United’ın Premier Lig’i zar zor 4. tamamladığı zamanlarda…

Bu vesileyle, 80’lere dönüp siyah-beyazlılarda 7 sezonda yaşadığı 3 şampiyonluktan sonra ezeli rakibine 1-0 yenildiği için “Go Back To Your Home” pankartları arasında yol verilmiş o İngiliz’i hatırlayalım, Liverpool efsanesini yâd edelim…

29 Mart 1937’de İngiltere’nin kuzeybatısında yer alan 114 bin nüfuslu Preston kasabasında dünyaya gelmiş. Futbol dünyasında adını duyurduğu zamanlar 60’lar. Liverpool’un yaratıcısı Bill Shankly, 1959’un Aralık ayında takımın başına geldiğinde hedefi takımı 1. Lig’e çıkarmakmış. O yıllarda Liverpool 2. Lig’in vasat takımlarındanmış ve Shankly’nin gelişi ile kaderleri değişmiş. Shankly’nin o dönemdeki en önemli iki transferi Ian St. John, Ron Yeats ile birlikte katılmış takıma. Onun transferi için diğer iki futbolcuya ödediğinin yarısını ödemiş ve 16 bin Sterlin karşılığında orta saha oyuncusunu Preston’dan transfer etmiş. 1960-1967 arasında oynadığı dönemde üç şampiyonluk yaşamış futbolcu, 236 maçta 17 golü var. Teknik direktörlük kariyeri öncesinde 1967–1970 arasında Blackpool, 1970–1972 arasında Wigan Athletic’te top koşturmuş. 1970’te başladığı hocalık kariyerinde Wigan Athletic, İngiltere U18, Coventry City ve Leicester City takımlarını çalıştırmış. 1987’de tanışmış Beşiktaş’la, Başkan Süleyman Seba’nın isteğiyle takımın başına getirilmiş.

En son lig şampiyonluğunu 1985-1986’da yaşayan Kartal, onun ilk iki sezonunda ligi Galatasaray’ın arkasından 2. sırada bitirdi ama Seba inandığı teknik direktörü görevde tutmaya devam etti. Ve o inanç 1989-1990’da şampiyonluğu getirirken, takım o sezon Türkiye Kupası’nı da kazanıyordu. O sezon Süper Lig tarihinin en farklı skoru olan 10-0’lık Adana Demirspor ve 5-1’lik Fenerbahçe galibiyetleri tarihe düşen notlar…

1991-1992’de Beşiktaş üst üste 3. kez şampiyon oldu ve Süper Lig’i namağlup kapatan ilk takım olarak tarihe geçti. O sezon 16 takımlı ligde oynadıkları 30 maçın 23’ünü kazandılar. Onun döneminde kazanılan kupalar: 2 Cumhurbaşkanlığı, 1 Başbakanlık ve 4 TSYD Kupası.

1992-1993’te takımın 2. olması, yurtdışında alınan başarısız sonuçlar, 1993-1994 sezonunun başında, fiyaskoyla sonuçlanan Francesco Manessero ve Osvaldo Nartallo transferleri, bu transferlerden komisyon aldığı iddiaları hikâyenin sonunu hazırladı. Futbolumuzun gelmiş geçmiş en başarılı teknik direktörlerden Gordon Milne 1993-1994 sezonunun ortasında görevinden ayrıldı...

Biliç kovulmuşlar zincirinin ne ilk ne de son halkası. Onunla aynı kaderi paylaşmışlardan bazıları: John Toshack, Karl-Heinz Feldkamp, Hans-Peter Briegel, Christoph Daum, şimdilerde hepsinin peşinde koştuğu ama belli ki dersini almış Mircea Lucescu, Jean Tigana, Bernd Schuster ve nam-ı diğer “Yeniköy Kasabı” Vicente Del Bosque…

Bugün 78 yaşında Gordon Milne. Yakın geçmişte “Four Four Two” dergisine verdiği söyleşide Türkiye yıllarını şöyle anlatıyor:

“Tesisler hiç durumda iyi değildi. Saha topraktı. Soyunma odalarının durumu da çok fenaydı. İngiltere’deki 3. Lig takımlarının soyunma odaları gibiydi, hatta onlarınkinden bile daha kötüydü. Bu durum benim için büyük sürprizdi tabii ki. İlk sezon çok sorun yaşadık doğru dürüst çalışamadık bile! Önce Fulya’da daha iyi bir tesise sahip olduk. Sahamızı çime çevirdik. Büyük değildi ama yine de çimdi, kum değil! İkinci yıl saha ve tesisler biraz daha iyi oldu. Takım olarak da ilerledik, Türkiye Kupası’nı kazandık. Sonra her şey gelişmeye devam etti ve şampiyonluklar arka arkaya geldi.”

Şimdilerde sahalar toprak değil ama futbola bakış açısı değişmiyor! Reza’nın gördüğü itibarı Biliç görmez buralarda. Böyledir bu topraklar, futbolu değil takımları sevenlerin, başarıyı sadece şampiyonluk olarak görenlerin coğrafyasında giderken sadece adına yazılmış şarkılar bırakırsın…