Sizler bu yazıyı okurken, benim henüz bilmediğim yeni koronavirüs tedbirlerini öğrenmiş olacaksınız. Öğrenmiş olacaksınız diyorum, çünkü dünkü kabine toplantısından yeni ve katı tedbirlerin çıkacağından kuşku yoktu.

Artık her birimiz en yakınımızdan biliyoruz ki hastanelerde alarm zilleri çalıyor. İlk aylarda biraz da tepeden bakarak naklettiğimiz kimi Avrupa ülkelerine dair hasta/hastane haberlerinin benzerlerini bizim medyada da görmeye başladık.

Yoğun bakımlarda yer bulamayabilirsiniz! Hastanelerde sıra beklemek zorunda kalabilirsiniz! (Ki bu çoktan oldu.) Hekimler hasta seçmek zorunda kalabilir! Sağlık sistemi çökebilir!

Resmi verilerde sadece “hasta” sayıları açıklanırken Avrupa’nın en iyisi, dünyanın da en iyilerinden biriyken, “yeni vaka” sayılarının açıklanmaya başlamasıyla bir anda Avrupa’nın en kötüsü, dünyanın da dördüncü kötüsü oluverdik!

İlk üçteki ABD (329 milyon), Hindistan (1.4 milyar) ve Brezilya’dan (213 milyon) nüfusu en düşük olan Brezilya’dan 2.5 kat daha az nüfusumuz var. Bu hesapla dünyanın en kötüsü olduğumuz bile söylenebilir.

Peki, imrenilesi sağlık sistemimize, mükemmel şehir hastanelerimize, pandemiden en az etkilenen ve koronavirüs etkisi altında üçüncü çeyrekte yüzde 6,7 büyüyen güçlü ekonomimize rağmen iş nasıl bu noktaya geldi? Bu tablodan kim sorumlu?

İktidar, üstelik en yetkili ve tek ağızdan sorumluya işaret ediyor: Vatandaşlar, Bilim Kurulu!

Vatandaşlar hâlâ kapalı mekânlarda dikkatli davranmıyor. Yeni tedbirler almaya mecburuz ve alacağız.” “Yeni tedbirlerle alakalı olarak işin birinci derecede sorumlusu Bilim Kurulu’dur.

Böyle olunca, mevcut tabloda sorumluluk payı olmayan bir tek iktidar kalıyor. Bütün resmi verilere sahip olan, o verilerden kuşku duyan Türk Tabipleri Birliği’ne, farklı ölüm rakamları açıklayan belediye başkanlarını demediğini bırakmayan iktidar!

Birinci derecede sorumlu Bilim Kurulu” da bu sorumluluğu uzun süre gerçek vaka sayılarını bilmeden yerine getirmeye çalışıyormuş!

Arası sıra kamuoyuna da “açıklama” yapan bazı Bilim Kurulu üyelerinden anlıyoruz ki, onlar önerilerini yapıyor ama önerilerden hangilerinin ne ölçüde uygulamaya konulacağı kararını iktidar veriyor! O yüzden, biri çıkıp açıkça söylemedi ama “birinci dereceden sorumlu” ilan edilmeye de itirazları var galiba…

İtiraz ediyorlarsa çok haklılar. Bilim, ahlak ve sorumluluk, aralarında yakın ilişkiler olan ve ancak ince bir çizgiyle ayrılabilen kavramlar.

Bilim sorunların net bir şekilde tanımlanıp ortaya konulmasını sağlar. Kuşkusuz, bunun için güvenilir sağlam verileri olması gerekir. İkinci adımda, tanımlanmış sorunun alternatif çözüm yollarını, bu yollardan her birinin en iyi nasıl uygulanabileceğini ve maliyetlerini de bilim söyler. Bundan sonraki aşama seçim yapma ve karar verme aşamasıdır. İşte o noktada ahlak devreye girer.

Seçim ve karar sorumluluk demektir. İktidarlar için siyasi, bireyler için ahlaki… Hangi çözüm yolunu seçtiğimize bağlı olarak verdiğimiz kararlarla, o kararın sonuçlarından da sorumlu oluruz.

Hiç kuşku duyulmasın ki, gittikçe ağırlaşan tablonun sorumluluğu, o tabloyu yaşayan vatandaşlar tarafından birilerine kesilecek, iktidar siyasi sorumluluğuyla yüzleşecek!

Bu arada, bizlerin payına düşen bir sorumluluk da var. En yakın çevremizden başlayarak, en yakıcı sorunları saptamak ve dayanışma ağları kurarak onlara dair çözümler üretmek zorundayız.

Bu da, en azından, bizim insani sorumluluğumuz!

Not: Cumartesi günü yazımı göremeyip merak eden okurlara söyleyeyim; sorun yok, sağlık sıhhat yerinde. Köşe teknik bir sorun nedeniyle yayınlanamadı.