Düğün mevsimi geldi. Neredeyse salt kır düğünü hayalini gerçekleştirmek için evlenmeye razı olmuş gençlerin

Düğün mevsimi geldi. Neredeyse salt kır düğünü hayalini gerçekleştirmek için evlenmeye razı olmuş gençlerin yağışlı havalarda döktüğü gözyaşına üzülen bir büyük olarak, hepimizin bir kenarından karıştığı düğün gerçeğini biraz daha irdelemek Pazar gününe yakışır.

Düğünlerde nereye oturduğumuz, kabul edilmesi gereken ve bazen de kabulü zor gerçeklerdendir. Uzaktan akraba kontenjanından gelip başköşeye kurulmayı beklemeseniz de, dans pistine ya da nikâh masasına dürbünle bakacak mesafede oturmak yüreğinize dokunabilir. Oysa insan ilişkilerinin iki ana ekseni olan ‘statü’ ve ‘yakınlık’ üzerinden konumunuzu belirlerseniz, düğüne gitmeden önce yerinizi tahmin edebilirsiniz. Yakın olduğumuzu düşündüğümüz durumlarda, statünün öne geçtiğini görmek bizi çok incitmese de, başka bir yakınlığın bizi arka plana düşürmesine dayanamayabilir, darılıp düğünden erken kalkabiliriz.

Yıllar önce ailemin bir kolunun geldiği güzel kasabaya bir nikâha katılmak için davet edildiğimde, ‘tıp fakültesinde (koskoca) profesör’ kadrosunda bir akraba olmam beni bağları daha güçlü başka akrabaların yakınlık derecelerinin önüne otomatik olarak geçirip, nikâh şahidi yapmıştı. Masada yanı başımda oturan Vali Bey’in de kız tarafının şahidi yapılması, ilk bakışta “ne alaka?” dedirtse de, onların akrabalar arasından bir seçim yapmaktan kurtulup Vali Bey’in akşamını bizlerle hep birlikte sıkılarak geçirmesi sonucunu doğurmuştu. Burada ilginç olan statü sahibi olanlar arasında seçim yapmak zorunda kalınca ne yapacağınız. Ona da çözümü her iki taraftaki şahitlerin sayısını arttırarak ve dengeleyerek bulanlar oluyor. Statü bazen vali, başbakan, il başkanı, bazen okul müdürü, alay komutanı ya da hatırı sayılır kim var ise ona denk getiriliyor.

Olan yakınlara oluyor her zamanki gibi. Yakınlık, değişmez varsaydığımız ama eksildiğinde, sıcaklıklar soğuduğunda değerini hissettiriyor. Statü ise, belki bir getirisi olur düşüncesiyle öne çekilen, “aman ters düşmeyelim” ya da “öyle beklerler” kaygılarıyla istemeden hayatımızda daha çok yer verdiğimiz kişilerin varlık sebebi.

Bir düğün gecesini bile bir sosyal psikoloji dersine çevirdiğim için kusura bakmayın. Bilimin gündelik hayata ışık tutmasını, yol göstermesini dileyen ilk kişi ben değilim. “Hayatta en hakiki mürşid ilimdir, fendir” sözünü sevmeyen, kullanmayan ya da karşı çıkan yok. Mürşid’i yol gösterici anlamına alalım. Buradaki çelişki şu, bilim iyi hoş da, kimse yol gösterilmeyi beklemiyor. Yol sormayı sevmeyen, en azından erkeklerinin yol sormayı pek sevmediği bir toplumda, ana beklenti yol değil yer gösterilmek. Mürşide değil teşrifatçıya ihtiyaç daha fazla.

“Bilim neden kabul görmüyor” derken belki bilimin hayatımızda teknoloji dışında (kullanım değeri taşımaksızın) nasıl yer aldığını düşünmeliyiz. Bilimin doğal bir durum olmadığını düşünüyorum. Ölçme biçme bilimsel faaliyetin temellerinden birisi. 16 santimetrelik bir yatay çizgiyi alın. Tam ortadan göz kararı bölmeye çalışın. Bunu on kere, on tane ayrı çizgide deneyin. Sonra da cetveli elinize alıp, ne kadar isabetli olduğunuzu ölçün. Büyük olasılıkla, sizin orta nokta olarak belirlediğiniz yer, ‘gerçek’ orta noktanın yaklaşık 5-8 milimetre soluna doğru olacak (“yoo, ben tam ortadan bölmüşüm” diyenlerin hemen bir doktor muayenesine gitmeleri lazım ya da solak iseler, onları mazur görebiliriz !). Her neyse, sizin doğrunuzla ‘bilimsel’ doğru arasındaki farkı önemsememeyi tercih edip, “bir ekmeği ikiye bölerken 8 mm sola kaysam ne olur yani?” diyebilirsiniz.

Haklısınız. Kendi yaptıklarımızın doğruluğuna inanmaya çalışmak doğal eğilimimiz. Bizi mutlu eden bu doğal eğilim; düğünde oturtulduğumuz masanın gözümüzün kaldığından ‘aslında’ daha iyi olduğuna ya da valinin ya da profesörün nikâh şahidi olmasının daha uygun olduğuna inanmamızı sağlayan bu mekanizma sayesinde mutlu hissediyoruz. Tadımız kaçmıyor, Türkçesi. Bilim ise, çizginin orta noktasını ya da hakkaniyetli olanı doğru ölçmeye kalkışarak doğal olmayan ve daha önemlisi tat kaçıran bir etki yapıyor. Doğal olmayan bir durum.

“Bilim hak ettiği yeri bulamıyor” dediğimizde ya da en hakiki mürşidi fazla iplemediğimizde, belki de hak ettiği yeri doğru saptıyor, ağzımızın tadını bozmamayı tercih ederek, doğal olanı yapıyoruz. Doğal olan: Eğer hayat, sadece şimdiki zamanda geçen bir senaryo ise.