Batı Hıristiyanlığının çözülmeye başlamasıyla birlikte tarih sahnesinde yerini bulan modern bilimler, kaskatı duran eski ve yerleşik düşünce biçimlerini yıkmaya başlayarak olmakta olanın mevcut kavrayışını yıkmaya başlamış ve ona kendi modern kavrayışının sınırları içerisinde yepyeni bir suret kazandırmıştır

Bilim ile modern dünyanın düşünülmemiş ilişkisi

Kenan Mutluer

20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan Alfred North Whitehead’in 1924 yılında Harvard Üniversitesi’ne felsefe profesörü olarak atanmasından hemen bir yıl sonra, 1925’in şubat ayında başlayan ve sekiz dersten oluşan Lowell Dersleri, yine aynı yıl Bilim ve Modern Dünya adıyla dünya literatürüne kazandırılmıştı. Yüzyılın en önemli çalışmalarından biri olarak kabul edilen bu eser, Sercan Çalcı’nın titiz çevirisiyle ve Öteki Yayınevi aracılığıyla nihayet Türkiyeli okurlara ulaşma fırsatını buldu.

Modern bilimlerin gelişmesiyle birlikte Batı kültüründe ortaya çıkan düşüncelerin birtakım yönlerini etraflıca ele alan Whitehead, kozmolojiler oluşturan ve bunlardan bilfiil etkilenen insanın bilim, estetik, etik ve din alanında ortaya çıkarttığı düşüncelerin topyekûn bir ifadesini vermesinin yanında, bu ürünlerin derin bir tetkikini yapmakta ve bununla beraber kendi organizma felsefesinin temel yapı taşlarını sergilemektedir. Felsefenin işlevini, bilinçsizce icra edilen bir süreci bilinçli ve etkin kılma etkinliği olarak tanımlayan Whitehead, her çağın baskın zihniyetinin yanında çağa içkin olarak bulunan fakat kendini apaçık bir şekilde sunamayan tortunun üzerindeki perdeyi kaldırarak, örtük olanın süreç içerisinde nasıl olgunlaştığını, eş deyişle onun sessiz gelişiminin nasıl somutlaştığını göstermeye çalışır; zira Whitehead’e göre her felsefe, kendi akıl yürütme zinciri içerisinde asla açıklığa kavuşamayan birtakım gizli imgesel arka planların rengini taşır.

Bu gizli kalmış yanların açığa çıkartılma süreci, kendisini soyutlamaların eleştirisi olarak gösterir. Burada yapılması gereken iki temel refleksiyon bulunmaktadır. Öncelikle soyutlamaların bilfiil kendilerini, kendi özgünlüğünü de koruyarak diğer soyutlamalarla bağdaştırmak, sonrasındaysa evrene yönelik daha somut tasavvurlarla bu soyutlamaları doğrudan ilişkilendirerek onları tamamlamak. Böylelikle düşünce şemalarının eksiksiz bir biçimde açığa çıkmasının fırsatı yakalanır ve hem mevcudiyete hem de düşünsel dünyaya yönelik bütünlüklü bir perspektif geliştirilebilir. Felsefenin biricik konumu, tam da bilimlerin salt kendi sınırları içerisinde derinleşmesinin ve kusursuz bir teorik izaha yönelmesinin daha da ötesinde, onların tekil çabalarının dışında kendi öznel belirlenimlerini diğerleriyle olan uyumları ve bütünlükleri içerisinde daha da üst bir perdeden gösterebilmesiyle belirlenir.

Bu bakımdan eser, en genel ifadesiyle, modern bilimlerin kökeninden başlayarak, matematiğin modern düşüncenin başat bir figürü haline gelmesiyle felsefe, bilim ve kültür dünyasının nasıl bir dönüşüme uğradığını, bu dönüşümle birlikte on yedinci yüzyılın kurucu figürlerinin sahip olduğu matematiksel soyutlama teçhizatıyla gerek bilimde gerekse felsefede ne gibi sonuçlar doğurduğunu, yeni doğan bu entelektüel iklimin olumlu ve olumsuz sonuçlarını birçok düşünür, filozof, bilim insanı ve sanatçının düşüncelerinin yanında kendi özgün fikirleriyle birlikte harmanlayarak mütalaa etmektedir.

Batı Hıristiyanlığının çözülmeye başlamasıyla birlikte tarih sahnesinde yerini bulan modern bilimler, kaskatı duran eski ve yerleşik düşünce biçimlerini yıkmaya başlayarak olmakta olanın mevcut kavrayışını yıkmaya başlamış ve ona kendi modern kavrayışının sınırları içerisinde yepyeni bir suret kazandırmıştır. Bu bakımdan bilimin hayatta kalabilmesi için, Şeylerin Düzeni ve Doğanın Düzeninin kendi başına var-olduğuna yönelik içgüdüsel bir kanaatin olması gerektiğini öne süren Whitehead, kendi çalışmasının sınırlarını modern dünyadaki bu zihinsel durumun kapsamlı genellemeleri ve zihin dünyasında açığa çıkarttığı kuvvetler üzerindeki etkisini canlandırmak olarak belirler. Bu bakımdan modern bilimsel teorinin gelişiminden çok daha önce ortaçağ teolojisinde bilimin mümkün-oluşuna yönelik bilinçdışı bir yönelim olduğunu belirten Whitehead, Antik Yunan ve Roma’daki kökleriyle birlikte Batı Hıristiyanlığının ve modern düşüncenin kavramsal, kültürel ve tarihsel ilişkisini irdeleyerek işe başlar.

Matematiğin modern bilimlere kazandırdığı en önemli unsurun, insan aklının kendi öznelliğinin dışında oldukça belirsiz görünen şeyler arasında tutarlı, sağlam ve gerekçelendirilmiş bir izahını sunmaya katkı sağladığını belirten Whitehead, on yedinci yüzyıl rasyonalizminin doğaya ve düşünceye yönelik ayrıntılı analizinin çağdaş dünyaya sağladığı düşünsel mirası vurgulayarak, kendi içinde barındırdığı çözülmemiş sorunları titiz bir şekilde açığa çıkartır. Bu suretle, bilme sürecine yönelik felsefi bir analizin yanında empirik olguların bir kritiğini de içererek doğabilimlerini çok boyutlu ele alan Whitehead, Newton’ın mutlak zaman ve mekân anlayışından hareketle nesnelerin konumlarına yönelik basit lokasyon (simple location) düşüncesinin tümevarım ve tümdengelim yöntemlerinden hareketle teferruatlı bir tahlilini sunan, organizma felsefesinin de ilk tohumlarını atmış olur.

Hareket yasalarının Galileo’dan Einstein’a uzanan serüvenini betimleyen Whiteahead, bilimsel şemanın yalnızca doğanın olgularının izahına indirgenmesini keskin bir şekilde eleştirerek, realizmin daha ileri bir safhası olarak gördüğü organizma düşüncesinin, doğayı körü körüne işleyen kapalı bir kutu olarak ele alan bilimlerin bakış açısını da genişleteceğini öne sürer. Bilimlerin zaman ve mekân kavrayışları üzerine derinlemesine incelemeler yapan Whitehead, Hume’un getirmiş olduğu nedensellik eleştirisi ve Berkeley’in doğal varlıkların gerçekliğini tesis eden algının konumunu karşılaştırmalı bir şekilde inceleyerek, kendi organizma düşüncesinin filizlendiği Spinozacı ve Leibnizci yönleri açığa çıkartır.

Zaman ve mekânı, duyu nesnelerinin kipsel mevcudiyetinin fiilinin sağlandığı bir zemin olarak gören Whitehead, edimsel dünyayı bir kavrayışlar çokluğu olarak belirtir; bu bakımdan bilimsel olmayan idrak olarak tarif ettiği kavrayış, kendinde ve kendi için olarak düşünen en somut sonlu varlık olarak bir tür kavrayışsal hâldir. Bütün kavrayış hâllerinin çokluğu, kendisini mekân ve zamanda sunar ve her biri kendi perspektifinde bütünü kapsayarak bütünlüğü kurar. Dolayısıyla bütünlük, her bir kavrayışla aynı gerçekliğe sahiptir. Bir birleştirme süreci olarak kavrayış, bütünün her parçasına atfedilen kipleri bağlar.

Bir ayrıntı filozofu olan Whitehead, en genel itibariyle Şeylerin Düzeni ve Doğanın Düzeni olarak tarif ettiği zihinsel ve maddi dünyanın mekanik ve organik ilişkiselliğinin en yüksek soyutlamalarını analiz etmekle kalmaz, aynı zamanda çağın düşünsel atmosferinin kendisini somutlaştırdığı edebiyat alanına yönelik de titiz bir incelemede bulunur. Milton, Pope, Wordsworth, Shelley ve Tennyson gibi İngiliz romantizminin temel aktörlerinin doğayı ele alış biçimlerindeki organizma çağrısını dile getirir. Doğanın analizine ilişkin her şemanın değişim ve süreğenlikle yüzleşmek zorunda olduğunu belirten Whitehead, bir doğa felsefesinin zorunlu olarak hareket, değişim, değer, ebedî nesneler, süreğenlik, organizma, kenetlenme mefhumlarını içermesi gerektiğini öne sürer. Bu yolda öznelci ve nesnelci görüşlerin derinlemesine bir tahkikini yaptıktan sonra, bu iki mefhumun doğrudan realizm ile idealizm arasındaki ayrımla örtüşmediğini dile getirir.

Felsefi analizlerinin metafiziksel gerekçelendirmelerine de iki bölüm ayıran Whitehead, bu düşüncelerinin sonucu olarak din ile bilim arasındaki teorik ilişkileri de kapsamlı bir şekilde inceler. Dahası, bilgeliğin mahiyetine yönelik yaptığı keskin tespitler ve geleneksel eğitim yöntemlerine yönelttiği eleştirilerle, toplumsal ilerlemenin imkânlarını değerler üretiminde gören düşünürün Bilim ve Modern Dünya adlı kapsamlı ve çok yönlü çalışması, hem bilimsel ve felsefi hem de politik ve estetik açıdan doyurucu içeriğiyle, nihayet Türkiyeli okurlara yeni bir başucu eseri olarak kendisini sunuyor.