Başkan Erdoğan, kendi yönetimindeki Türkiye’nin küresel yarışta da çok başarılı olduğunu, büyük bir özgüvenle vurguluyor.

Örneğin geçtiğimiz günlerde şöyle dedi:

“Hükümete geldiğimizde, 2 asırdır alt yapısı ihmal edilmiş, demokrasisi zayıf, ekonomisi güdük bırakılmış, siyasi ve askeri gücü törpülenmiş bir Türkiye devraldık. Hemen kolları sıvadık. Türkiye'nin asırlık altyapı eksikliklerini 20 yılda tamamlayacak bir büyük kalkınma hamlesi başlattık. Eğitimden sağlığa, güvenlikten adalete, enerjiye, sanayiye, tarıma, her alanda ülkemizi Cumhuriyet'in hedefi olan muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkardık” (29 Ağustos, Kütahya).


YAKINDAN BAKILIRSA

Başkan’ın devir aldığı Türkiye ile ilgili sözleri ayrıca tartışma götürür. Altyapı eksiklerini tamamladığı görüşü de kamu ihale düzenin aşırı bozukluğundan doğan maliyet fazlalığı ve nitelik sorunları nedeniyle çok su kaldırır.

“Demokrasi” konusunu hiç açmayalım; övünerek belirttiği diğer konulara ise kısaca değinelim.

Bugünlerde yeni bir yıla başlayacak olan eğitim, başta bilimselliği olmak üzere, her yönüyle dökülüyor; öğretmenlere “çapulcu” denilince başka bir yoruma gerek kalmıyor. Sağlık o kadar ileri ki doktorlar saldırılardan korunamıyor, ülkeyi terk ediyor, randevular aylar sonrasına veriliyor, ilaç bulunamıyor. Güvenlik o ölçüde sağlandı ki, günde ortalama bir kadın öldürülüyor; halk sığınmacılardan kaçıyor; sığınacak yer arıyor. Adalet, çok ileri(!), insanları düşünceleri nedeniyle yıllarca hapsederken, ayyuka çıkan yolsuzluk ve rüşvete dokunmuyor; AİHM kararları “adil değildir, siyasidir” diye reddediliyor. Halk dünyanın en pahalı enerjisini tüketiyor, yanlış özelleştirmeler nedeniyle sanayi, en temel gereksinmeleri bile yerli üretemiyor. Muasır medeniyet ufkunun sahibi Mustafa Kemal Atatürk’ün “uygarlık hamuru” dediği ve yerli üretiminin gerçekleşmesini sağladığı kâğıt, dışarıdan satın alınıyor; öğrenciler defter alamıyor; yayınevleri kitap basamıyor. Tarım mı? Ülke, samanı bile dışarıdan satın alıyor.

TÜRKİYE UYGARLIKTAN UZAKLAŞIYOR!

Başkan Erdoğan’ın tamamıyla göz ardı ettiği, ancak, ülkenin gelişmesi açısından yaşamsal bir konu var: Bilimsel ilerleme. Ülke her geçen gün ve her alanda bilimsellikten biraz daha uzaklaşıyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma” kararlığını sergilediği 10. Yıl Nutku yıllarında, Türkiye, Cumhuriyet çağdaşlaşmasının ana dayanağı olarak bilimin yol göstericiliğini alıyor, her tür çabasını buna göre sergiliyordu. O kadar ki, ülke, Alman faşizminden kaçan bilim insanlarının sığınağıydı.

Bugün, tersi oluyor bilimin kurumsal yapıları, üniversitelerden TÜİK’e dek, çökertilmiş bulunuyor; faiz oranı bile bilime göre değil, Nas’a göre saptanıyor. Bu köşede çok yazdım, ancak önemi nedeniyle tekrar yazmalıyım, günümüzde her türlü bilimsel çalışmaların ve insanlaşmayı anlamanın temeli olan Evrim’in ders programlarından çıkarılması, ilerleme değil, gerilemedir.

Gerileme, geçtiğimiz yıllarda yeni boyutlara vardı.

Türkiye, 1954’te kurulan, 1961’de gözlemci olarak katıldığı; 1990 sonrasında tüm insanlığın gözü-kulağı olan w.w.w doğum yeri olan ve “evrenin yaradılışı” konusundaki büyük araştırmalarıyla ünlenen Avrupa Parçacık Fiziği Araştırma Laboratuvarı (CERN) çalışmalarında yer alıyordu. 2009’da Türkiye’nin İsrail, Güney Kıbrıs, Sırbistan ve Slovenya ile birlikte “tam üyelik” süreci başlatıldı. Ancak, 2012’de “kendi isteğiyle” tam üye olmaktan vazgeçen Türkiye’nin 2015’te “kısmi üyeliği” kesinleşti; diğer ülkeler tam üye oldular.

Bilim dünyasının ve kamuoyunun bakışları arasında işenen bu CERN cinayetinin görünür ya da kamuoyuna açıklanan gerekçesi neydi biliyor musunuz? Yıllık 45-50 İsviçre Frangı olan tam üyelik aidatını ödememek; onun yerine yılda 4,5-5 Frank ödemeyi seçmek. Kısmi üyelerin CERN Konseyi’nde oy hakkı yok. CERN tam üyesi olmayan ihale, kadro ve teknoloji transferinde öncelikli olamıyor.

“Muasır medeniyete” ulaşmak için, günümüzde, asıl çabayı bilimsel gelişmede gerçekleştirmek gerekiyor. Bilim çok hızla ilerliyor; önde giden ülkeleri yakalamak için çok daha hızlı koşmak gerekiyor. Oysa Türkiye, kendi geçmişinin bilimsel temellerini de çökertmiş bulunuyor; gerilere düşüyor.

Bir taraftan ülkeyi bilimden uzaklaştırırken, bir taraftan da “…Cumhuriyet'in hedefi olan muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkardık” söylemi, çok yönlü bir bilimsel çözümleme/analiz/tahlil gerektiriyor!