Türkiye’de en az değer verilen konular arasında bilim de yer almaktadır. Çünkü bilim ve teknolojiye yapılan yatırımların sonuç vermesi bir iktidar döneminde mümkün olmayabilir. Daha uzun vadede, ancak kalıcı sonuç verir. Toplumsal refaha ve ekonomik gelişmeye katkı sağlar.

İktidarın eğitime, bilime ve dolayısıyla üniversitelere nasıl baktığını bütçe rakamlarında da net olarak görebiliyoruz.

2022 yılı bütçesinde kamu üniversitelerine ayrılan toplam kaynak 57,7 milyar lira. 2021 yılında ise bu tutar 45,4 milyar lira idi. Artış oranı yüzde 27. 2021 yılı resmi enflasyonunun yüzde 36’nın üzerinde olduğunu dikkate alınca, aslında 2022 yılında üniversitelere ayrılan kaynağın reel olarak geçen yılın altında olduğunu görürüz. Üstelik bu bütçenin yüzde 67’si personel, kalanı ise diğer tüm giderlere kullanılacak.

Gelin bu rakamları biraz karşılaştıralım.

Dün gazetelerde Koronavirüse karşı dünyada yaygın olarak kullanılan aşıyı geliştiren BioNTech şirketinin 2021 karına ilişkin bir haber vardı. Alman DW’de yer alan habere göre; Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin kurucusu olduğu şirket 2021 yılında 10,3 milyar avro kar etmiş. Dünkü avro kurundan bu tutarın TL karşılığı 168 milyar lira. Şirketin 2022 yılında Ar-Ge harcamalarını 1,5 milyar avroya çıkarması bekleniyormuş.

***

Görüldüğü gibi BioNTech şirketinin 2021 yılı karı, bizim tüm kamu üniversitelerine ayırdığımız bütçenin yaklaşık üç katı kadar. Hatta bu şirketin 2022 yılında araştırma faaliyetleri için ayırdığı kaynak bile bizim üniversitelerimizin toplam bütçesinin neredeyse yarısı kadar.

Peki, para olmadığı için mi bizde üniversitelere kaynak aktarılmıyor? Bu soruya yanıt vermeden önce şunu sormak gerekir: Kur korumalı mevduat için yapılmaya başlanan kur farkı ödemelerinin kaynağı nasıl bulunuyor? Eğer bir kaynak sorunu var ise KKM için de bunun dikkate alınması gerekmez mi? Seçimlerden sonra sonlandırılacağını tahmin ettiğim KKM uygulamasının maliyeti, büyük olasılıkla, üniversitelere ayrılan toplam kaynaktan çok daha fazla olacaktır.

Bu da bize gösteriyor ki aslında sorun kaynak yetersizliği değil, mevcut kaynakların hangi öncelikler çerçevesinde kullanıldığıdır. Siz bilime ve teknolojiye kaynak ayırmazsanız, ekonomik rekabeti ancak “rekabetçi kur” üzerinden yapmaya çalışırsınız. Bu benim değil iktidarın bakış açısı. Daha fazla ihracatı ancak daha ucuz lira ile yapabileceklerine inanıyorlar. Ama maalesef sonuç hiç de bekledikleri gibi olmuyor. Dün açıklanan dış ticaret verileri bunu teyit ediyor.

***

İhracatın artış oranı ithalatın artış oranının çok altında kalmış. Dış ticaret açığı yılın ilk iki ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 183,3 oranında artarak 18,2 milyar dolara ulaşmış. Daha da ilginç olanı, yüksek teknoloji ürünlerin toplam ihracat içindeki payı geçen yıla göre azalmış. Peki, ne artmış? Orta düşük ve düşük teknoloji ürünlerin toplam ihracattaki payı artmış.

Benzer bir durum ithalatta da görülüyor. İthalatımızda payı azalan tek grup yüksek teknolojik ürünler. En hızlı artan ithalat kalemimiz ise %51’lik büyüme ile düşük teknolojik ürünler olmuş.

Görüldüğü gibi Türkiye bilime ve teknolojiye yatırım yapmıyor olmasının sonuçlarına katlanıyor. Sıradan ürünleri alıp, sıradan ürünlere dönüştürüp satıyor. Bunu sürdürebilmek için de “rekabetçi kur” adı altında TL’nin değer kaybetmesine yol açacak kararları hayata geçiriyorlar. Çünkü sizin ürettiğiniz ürünleri başkaları da rahatlıkla üretebiliyor. Onlarla rekabet etmek için de bizim daha fazla yoksullaşmamıza yol açacak uygulamalara imza atıyorlar. Bu durum Türkiye’yi yoksulluk üzerinden rekabet sarmalına sokuyor. Bu sarmalın kırılmasının tek yolu var o da zihniyet değişikliği.

Zihniyetlerini değiştirmelerini sağlamak için bir de buraya yazayım: bilimde para da var!