Her sonucu kontrol edecek haliniz yok. Fakat şüpheyle yaklaşabilirsiniz. İyidir şüphecilik. Hatta harikadır

Bilimin bir ucundan da siz tutun

İLKER BİRBİL
Sabancı Üniversitesi ve BolBilim.com

“Sevin bilimi; okuyun,
öğrenin, takip edin.”

Bayılıyorum böyle sloganlara. Havaya yazılıyorlar, hafif bir meltemle de uçup gidiyorlar. Evet bilimsel çalışmaları izleyip, araştırmacıları takdir ederseniz gerçekten şahane olur. Buyurun gelin, hiç de gitmeyin. Ancak insanlardan böyle bir ilgi beklemek, o insanların günlük dertlerini düşününce gerçekçi olmuyor. İş, güç; harala gürele geçen günler.

Fakat bir yandan da bilim öyle bir hadise ki, hepimizin hayatını etkiliyor. O nedenle takip edemeseniz de, hiç ilginiz olmasa da, bu ülkede doğru dürüst bilim yapılıp yapılmadığını sorgulamak durumundasınız. Bu o kadar da zor değil aslında. Birkaç kuralı akılda tutmak ve doğru soruları sormak, düzgün bilimi yamuğundan ayırmaya yeter de artar bile.

Tıpkı herkes gibi bilim insanlarına da kendi felsefi, dini, kültürel ve politik inançları şekil veriyor. Bazen o inançlar muhakemeyi bulanıklaştırıyor. Einstein’ın bile başına geldi. Uzun yıllar kuantum mekaniğine ve oradaki tesadüfe inanmadı. Hatta “Tanrı zar atmaz,” diye buyurdu. İnat etti ama yanıldı.

1980’li yıllarda soğuk füzyon diye bir konu manşetlere taşınmıştı. Muazzam bir enerjiyi laboratuvarda üretmek artık mümkündü. Heyecan, sansasyon gırla gidiyordu. Fakat yapılan çalışmayı inceleyen diğer araştırmacılar aynı sonuçları elde edemediler ve soğuk füzyon kanıtlanamadı. Hazin.

Bir bilim insanı bir fikri ortaya atar, savunur ama sonunda diğer araştırmacılar o fikri çürütebilirler. Yapacak bir şey yok. Bu işin doğasında hata var. Hep de olacak.

Yalnız başına, gözlerden ırak bir yerde çalışan bilim insanı portresi insanlara romantik geliyor galiba. Peki gelsin ama gerçekle pek ilgisi yok. Aksine bilim bayağı sosyal bir müessese. Bilim insanları gruplar halinde çalışıyorlar. Fikirlerini anlatıyorlar. Birbirlerini acımasızca eleştiriyorlar. Camiadaki bu tansiyon yetmiyormuş gibi çalıştıkları üniversiteler proje bekliyorlar, yayın istiyorlar, tonla ders verilsin diye tutturuyorlar. Haliyle bir bilim insanın üzerinde ağır bir baskı oluşuyor.

Ve maalesef öyle zamanlar oluyor ki bu baskı insanı büküyor. Hırslar, zaaflar ve menfaatler ön plana çıkıveriyorlar. Bazen veri azıcık değiştiriliyor (sabunlama), başka zaman sonuçlar hafif çarpıtılıyor (çitileme), olmadı diğer insanların fikirleri aşırılıyor (elde yıkama).

İşte tam bu noktada siz devreye giriyorsunuz. Her sonucu kontrol edecek haliniz yok. Fakat şüpheyle yaklaşabilirsiniz. İyidir şüphecilik. Hatta harikadır. Şunları bir sorun bakalım: Sonuçları kimler açıklıyor? Çalışma yayımlanmış mı? Bilim camiasında kabul görmüş mü? Veri nereden gelmiş, başkaları da aynı veriye erişebiliyor mu? Araştırmayı destekleyenler kimler, menfaatleri neler?

Şüphecilikten daha önemlisi lütfen düzgün bilim yapan insanların yanında olun. Sırf sırtlarını sıvazlamak, moral vermek için değil; bu pozisyon erdemli olduğu için yapın bunu. Bakın son zamanlardan sadece iki örnek vereyim size.

Bir grup bilim insanı dijital delillerin güvenilmez olduğunu inatla savundular. Yazdılar, söylediler. Tüm bunlar neredeyse yok sayıldı. Uydurma bilirkişi raporları önlerine dikildi. Ama karşıt bir bilimsel görüş ortaya konulamadı. Masum insanlar uzun süreler hapislerde yattılar. Yıllar sonra o inatçı bilim insanlarının haklı oldukları anlaşıldı. Ve tabii karşı cenahtan tek bir özür, pişmanlık ya da istifa gelmedi.

Her işin başı sağlık diyoruz ama ikinci örnek hiç öyle demiyor. Bir profesörün belirli bir bölgede hava kirliliği üzerine yaptığı araştırmayı okuduk. İnsanların kanser olduklarını, ağır metallere maruz kaldıklarını söylüyordu. Rezalet büyüktü. Konu doğrudan idarecilere dokununca, haklı olduklarını kanıtlayan veri sunmakla değil, araştırmayı yapan profesörle uğraştılar. Karalama kampanyasına giriştiler. Hepimizin gözü önünde sesini kıstılar. Oysa hocanın çözüm için önerileri de vardı. Dinlemediler. Hatta ilk fırsatta işten çıkardılar.

Şimdi bu iki örneğe bakıp kararı siz verin. Hangi pozisyonu almanız daha doğru olur? Düzgün bilimin mi, uydurma laf kalabalığının mı?

Peki ya sonuçları yaşantınızı bu denli değiştiriyorsa, sizin de bilimin ucundan tutmanız gerekmez mi?