Projesi ortaya atıldığından beri, yer seçiminden finansmanına kadar her boyutuyla tartışmaların odağında yer alan İstanbul Havalimanı, faaliyete geçtiği günden bu yana, her doğa olayında İstanbul’un en zayıf halkası haline geldi.

Daha önceki yıllarda da çok defa hava olayları nedeniyle uçuşların iptal edilmek zorunda kaldığı ve uçakların farklı havalimanlarına yönlendirildiği İstanbul Havalimanı, bu kez de kar yağışı nedeniyle işlemez hale geldi.


Hafta başında İstanbul’da etkili olan kar yağışı nedeniyle İstanbul Havalimanı’nda önce seferler iptal edildi, ardından kargo binasının çatısı çöktü ve nihayet Karayolları Genel Müdürlüğü sorumluluğundaki bağlantı yollarının kapanması nedeniyle şehirle bağlantısı tümüyle kesildi.

Şehirle raylı sistem bağlantısı olmayan, yakın çevresinde yeterli konaklama imkânı bulunmayan İstanbul Havalimanı, iki gün boyunca yolcular ve çalışanlar açısından adeta afet yeri haline dönüştü.

İstanbul Havalimanı’nda bunlar yaşanırken, şehirde uzun zamandır hizmet veren Sabiha Gökçen Havalimanı’nda seferler sürdü, şehirdeki felakete el koymak için gelen(!) bakanlar ise hizmete kapatılan ve bir daha açılamaması için pistlerine hastane yapılan Atatürk Havalimanı’na indi.

İstanbul’a inen bakanların ilk işi İstanbul Havalimanı’ndaki yolcuların hoşnutsuzluğunu bastırmak için terminale çevik kuvvet yollamak, ikinci işi ise Belediye Başkanı’nın yemek yediği yerin güzergâhındaki MOBESE’lerin görüntülerini derlemek oldu.

BEKLENEN OLDU

Son 3 yıldır İstanbul çevresinde yaşanan her aşırı hava olayında İstanbul Havalimanı’nda benzer sorunlar yaşanıyor. “Dünyanın en büyüğü” olmasıyla övünülen bir havalimanının meteorolojik olaylar karşısında bu denli kırılgan ve savunmasız olması kabul edilemez olmakla birlikte aslında oldukça anlaşılır.
İstanbul Havalimanı’nın bu gibi sorunlar yaşayacağı daha proje aşamasında belliydi. TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu tarafından 2014 yılında hazırlanan Teknik Rapor’da bugün yaşananlar tümüyle öngörülmüş.

Söz konusu raporun proje alanına ilişkin meteorolojik değerlendirmelere ilişkin kısmında ÇED Raporundaki meteorolojik verilerin bölgenin verilerini yansıtmaktan uzak olduğu dile getirilmiş. ÇED raporunun aksine, proje alanının doğrudan deniz üzerinden gelen rüzgârlara açık olduğu ve bu durumun uçaklar için tehlike yaratacağı vurgulanmış.

Daha da önemlisi iklim krizinden kaynaklanan risklerin (hortum, aşırı sağanak yağışlar ve fırtınalar) ÇED raporunda değerlendirilmeye alınmadığının altı çizilmiş. Tüm bu olumsuzlukların ve hesapsızlığın, hava taşımacılığı ve uçuş güvenliği açısından sorun yaratabileceği TMMOB Teknik Raporu’nda açık biçimde yazılmış.

Projenin yapımında meteorolojik riskler gibi göz ardı edilen daha pek çok risk faktörü bulunmaktadır ve önümüzdeki dönemde bunların da karşımıza çıkma olasılığı yüksek.

YAŞANANLARIN SORUMLUSU İKTİDAR

Proje ilanından itibaren afeti önleme bahanesiyle hukuksuz olarak rezerv alan ilan edilen İstanbul’un jeolojik, meteorolojik ve ekolojik olarak en hassas durumda bulunan orman, tarım ve su kaynaklarının bulunduğu korunması şart olan bölgesinde, havaalanı yapılamayacağına dair başta TMMOB’ye bağlı olan meslek odaları olmak üzere, duyarlı bilim insanlarının ve kurumların uyarı ve raporlarını ciddiye almayan iktidar ve kamu yetkilileri bu gün yaşanan ve yaşanacak olan mağduriyet ve trajedilerin en büyük sorumlusudur.

Bütün bu risklere ve tehlikelere rağmen bu projenin hayata geçirilmiş olması siyasi iktidarın bilimin sesine ve toplumun ihtiyaçlarına göre değil, yeni rant alanları yaratma konusundaki sermayenin taleplerine göre yönetme anlayışının sonucudur. Siyasi iktidar bilimle inatlaşmayı, doğayı yok saymayı bırakmalıdır.

Proje ve yatırımlar kamusal ihtiyaçları karşılamak için, bilimsel gerçekler doğrultusunda hazırlanmalı, yer seçiminden imalata kadar her aşamada gerekli önlemler alınarak hayata geçirilmelidir.

Ülkemizin ve halkımızın daha fazla felaketle, daha fazla trajedi ile yüz yüze kalmaya tahammülü kalmadı. Başta Kanal İstanbul olmak üzere bilim, teknik ve doğayla barışık olmayan, kamu, toplum çevre ve kent yararı içermeyen bütün projeler iptal edilmelidir. Bilim insanlarının ve meslek örgütlerinin sesine kulak verilmelidir.