Kitapları imha etme fikri, kitapların bildiğimiz hale gelmesinden yani matbaanın icat edilmesinden çok önceleri ortaya çıkar

Bilimsel ve Teknolojik Kitap İmha Kurumu

ESRA TANRIBİLİR
@irritablerains

Hep merak etmişimdir, “Kitaplardan yakarak kurtulabileceğini düşünen ilk insanoğlu kimdir?” diye. Bunu öğrenme imkânımız elbette yok ama aradan geçen tahmini iki bin yıldan beri ateşi körükleyenlerin bahanelerini çok iyi biliyoruz. Başı din-milliyet ikilisi çekiyor, sonrasında ailevi-toplumsal hassasiyetler ve ahlaki-kültürel erozyonlar sıralanıyor. Bahaneler ne olursa olsun asıl neden malum: Kitap bilgi demektir. Bilgi ise yönetenler için silahlardan bile daha tehlikelidir.
Kitapları imha etme fikri, kitapların bildiğimiz hale gelmesinden yani matbaanın icat edilmesinden çok önceleri ortaya çıkar. Ateş ile ilk tanışan da papirüslere işlenen el yazmaları olur.

Bilinen en eski ve en ünlü kitap imha vakası, İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılmasıdır. M.Ö 3. yüzyılda kurulan ve antik zamanların en büyük kütüphanesi olarak bilinen İskenderiye Kütüphanesi ile beraber binlerce el yazması papirüs rulosu tarihin derinliklerinde hiç iz bırakmadan gömülür. Burası sadece yerel bir kütüphane olmayıp aynı zamanda da bünyesinde bilim adamlarının çalışmalar yaptığı bir enstitü, sürekli yeni yapıtlar ortaya çıkaran bir yayınevi ve dünyada üretilen bütün yapıtların toplandığı bir merkezdir. Bu nedenlerle kütüphanenin yok edilişinin uygarlık tarihinde kaç yıla mal olduğunu hesaplamak imkânsız olsa da çok ciddi maliyetleri olduğu açıktır.

İskenderiye’den sonra da kitaplara karşı savaş ara vermeden devam eder. Örneğin Ortaçağ’da meydanlarda yakılan kitaplardan sıklıkla söz edilir. Ama biz zamanı biraz ileriye sararak aydınlanmayı yaşamış 20. yüzyıl Avrupası’na gelelim. Çünkü geçtiğimiz yüzyılda yakılan kitapların insanlık tarihini kaplayan islerini silmek artık imkânsız olsa da yaşananlardan ders çıkartmak hâlâ mümkün.

Birçoğunuzun romanlardan ve filmlerden de aşina olduğu üzere en çok bilinen kitap yakma hikâyelerinden biri de 10 Mayıs 1933’de Almanya’da gerçekleşir. Berlin Opera Meydanı’nda toplanan çoğunluğu öğrenci, SS üniformalı Nazi Gençlik Örgütü üyeleri “Alman Olmayan Ruha Karşı Eylem” kampanyasında ilan edilen yazarların kitaplarını büyük bir coşkuyla ateşe verir. Hatta tören radyodan da canlı yayınlanır. Yakılanların içinde sadece Yahudi yazarlarınkiler değil, Alman dilinin çok ünlü yazarlarının kitapları da vardır. Thomas Mann, Erich Maria Remarque ve daha bir sürü yazar bu olaylar sonrasında ülkelerini terk etmek zorunda kalır. Bu kitap yakma törenleri önce Almanya’nın diğer şehirlerine sıçrar sonra da Nazilerin işgal ettiği diğer ülkelerde devam eder. Böylece Alman yazar Heinrich Heine’nin 1822’de yazdığı Almansor isimli yapıtındaki kehanet gibi sözleri yüzyıl sonrasında gerçeğe dönüşür: “Kitapların yakıldığı yerlerde, eninde sonunda insanları da yakarlar.”
Çuvaldız aşamasını geçtik şimdi sıra iğneyi kendimize batırmaya geldi. Ülkemizde özellikle de “askeri darbe” dönemlerinde kitap yakma olayları çok sık yaşanır. Üstelik kitaplar sadece devlet eliyle de yok edilmez. Başlarının derde girmesinden korkan insanlar önce davranıp evlerindeki kitapları yakmak zorunda kalır. Özellikle de 12 Eylül döneminde Milli Güvenlik Konseyi tarafından çıkarılan bir yasayla kitap imhası korkunç boyutlara ulaşır; binlerce kitap ya yakılarak ya da SEKA’ya gönderilerek yok edilir.

Kişi başına düşen kitap sayılarının yerlerde süründüğü bir ülkenin vatandaşları olduğumuz malum. Dergi toplatmalar, kitap yasaklamalar, korumalarla dolaşmak zorunda kalan yazarlar, tutuklanan gazeteciler ise zaten ülke geleneğimiz. Ama bugünlerde gazetelere yansıyan TÜBİTAK vakası artık farklı bir noktaya ulaştığımızı gösteriyor. İronik bir şekilde adının içinde bilimsel, teknolojik ve araştırma gibi kelimeler saklı bulunan bu kurum tam 50.000 kitabı “Türk kültürüne ve manevi değerlere ters düştükleri” gerekçesiyle imha etmek üzere toplatmış. Geriye dönük olarak da tüm kitaplarını, kimin hazırladığı belli olmayan “kültürel uygunluk ve yerlilik testi”nden geçiriyormuş. Yukarıda sözünü ettiğim, Nazilerin kitap yakmayı mazur gösteren “Alman değerlerine karşı eylem” ve “Türk kültürüne ve manevi değerlerine ters düşenler” ifadelerindeki benzerliğe dikkatinizi çekmek isterim.

Her ne kadar bunun kötü bir tesadüf olduğunu düşünmek istesem de elimde değil, ürperiyorum. Aklımda Ray Bradbury’nin ünlü romanı Fahrenheit 451’in ilk cümlesi “Yakmak bir zevkti” dolanıp duruyor. Artık bizim de benzer bir distopyanın içinde yaşadığımızın farkındayım. Ama biliyorum ki yakmanın değil de okumanın daha çok kişiye zevk verdiği bir dünya mümkün.