Ekonomik kriz ve doların durumu bir yana bırakılırsa, son günlerde en önemli konumuz 3. Havalimanı! Açılışı yaklaştıkça, isim tartışmaları da büyüyor. Ancak dün itibariyle konu bir başka boyuta kaydı. Bir anda işçilerin hem yaşam, hem de çalışma koşullarını geniş bir katılımla protesto edişlerine ilişkin haber ve görüntüler sosyal medyada yayıldı. Belli ki, bıçak kemiğe dayanmış ve işçiler işlerini kaybetme ve gözaltına alınma pahasına, isyan ediyorlar. Bu isyana döneceğim ama önce bazı tespitleri yapmak önemli, isyanı bağlamına oturtmak zorundayız.

Birçok önemli kamusal yatırım ve projede olduğu gibi, 3. Havalimanı da, dört bir yanından fışkıran bilinmezlikler içinde hızla yükseliyor. Bilgi çağında yaşıyoruz ama hiçbir dönemde bilgiden bu derece uzak olmadık!

Örnek, ihalenin tam koşullarını bilmiyoruz. İnşaat bedeli nedir, firmalar kamuya ne ödeyecek, tam bilmiyoruz. Bir sözleşme imzalanmış durumda, ama bu sözleşmede ilgili firmalara ne tür yaptırımlar var bilmiyoruz, kamuya nasıl bir ödeme planları var bilmiyoruz. Geçen günlerde firmaların, sözleşme gereği kamuya başlatacakları ödemeler için erteleme istedikleri ve bu isteklerinin de kabul edildiğine ilişkin haberler çıktı, ama onun da içeri tam nedir, bilmiyoruz. Verilen garantilerin ne tür bir içeriğinin olduğunu ve kamuya ne büyüklükte bir yük getireceğini bilmiyoruz. Garantilerin dolar üzerinden olduğunu duyuyoruz ama onu da tam bilmiyoruz!

Bilmediğimiz o kadar çok ki; örneğin üçüncü havalimanı için tahsis edilen alan bu firmalara tam olarak hangi koşullarla tahsis edildi, ne kadarı havalimanı için, ne kadarı başka işler için kullanılacak bilmiyoruz. İlgili firmaların söz konusu alanda başka işler yapacakları yönünde geçen günlerde haberler çıktı, ne iş yapacaklar, ne koşullarda yapacaklar, onu da bilmiyoruz.

Bu havalimanına yapılan inişler için, Bulgaristan’a her uçuş için para ödeneceği yönünde bazı haberler çıktı, o nedir, niye Bulgaristan’a ödeme yapılıyor, ne büyüklükte bir ödeme olacak onu da bilmiyoruz.

Alana ulaşımın nasıl sağlanacağı konusunda da ortada bir kargaşa var; metro hattının bitmeyeceği söyleniyor, otobüs taşımacılığından söz ediliyor, ciddi ücretler ödeneceği dile getiriliyor, ama net olarak havalimanına nasıl ulaşılıp, nasıl bu uzak havalimanından İstanbul’a dönüleceğini de bilmiyoruz.

Bilinmezler bu alanın ötesinde! Dahası başlangıçta sadece jet uçuşları için açık kalacağı söylenen Atatürk Havalimanı’nın nasıl işlevlendirileceğini de bilmiyoruz. Millet bahçesi olacağı söylendi, kapanmayacağı yer yer dile getiriliyor, ama ne uzman olarak ne de vatandaş olarak, mevcut havalimanının kaderini de bilmiyoruz.

Bu boyutlar daha çok devletle sermayenin girdiği ilişkinin bilinmezliklerine işaret ediyor. Ancak bilinmeyenler bir tek bu ilişkiye yönelik değil! Orada binlerce işçi uzunca bir süredir çalışıyor. Gün geçmiyor ki, inşaat alanından kaza ve ölüm haberleri gelmesin! İşçiler her gün en az 1-2 kişinin öldüğünü söylüyorlar. Bugüne kadar 400 kişi öldü deniliyor. Ölen işçilerin bedenlerinin sessizce ceset torbalarına konulup, büyük bir gizlilik içinde gönderildiği söyleniyor. Bunların ne kadarı doğru, şu ana kadar kaç işçi inşaat sahasında öldü, bilmiyoruz.

Dün itibariyle sosyal medyada şantiye sahasındaki işçilerin iş bırakma eylemi üzerine haber ve görüntüler paylaşıldı. İşçiler iş güvenliği, çalışma koşulları, yaşadıkları şantiyelerdeki olumsuz koşullar nedeniyle isyan ediyorlar. Bildikleri gördükleri ve anlaşılan gördükleri yetiyor!

Peki, kim biliyor? Bir miktar meslek odaları üstün gayretlerle olup biteni izlemeye, bilgiye ulaşmaya raporlar hazırlamaya çalışıyor. Bilginin gizli tutulması bu kamu yararı gözeten kurumların çabalarına ket vursa da, eğer herhangi sistematik bir yaklaşım varsa, o da onların gayretiyle oluyor.

Aynı kaygılarla bilgiye ulaşma çabasını sınırlı sayıda gazetecide görüyoruz. İşte Çiğdem Toker, bilgiyi önemseyenlerden bir gazeteci olarak öne çıkıyor. Ama tam da aynı nedenle yıldırmak için hakkında ilgili şirketler milyonlarca liralık davalar açıyorlar. Belli ki bilgi önemli ve ulaşılmaması gerekiyor!

Bu durumda, dağın başında bir yerde isyan eden işçilerin çığlığı dış dünyaya nasıl taşınacak? Daha da önemlisi onların karşı karşıya olduğu bu adaletsizlik, daha büyük bir resmin ve adaletsizliğin parçası haline nasıl getirilecek?

Marksist düşünür Fredric Jameson, içinde yaşadığımız dar dünyayı daha geniş bir dünyanın içine yerleştirmenin her geçen gün biraz daha zor hale geldiğini söyler. Bilgi ve bilinçle desteklemiş bu tür bir bilişsel haritalama imkânsızlaştığı ölçüde, iktidarın dışına düşmek kaçınılmaz hale gelir. Bu noktada, işçilerin havalimanında yaşadıkları koşullar karşısında isyanı önemli, ancak biliyoruz ki bu çıkış, kendi yakın çevrelerinde yaşadıklarından dışarı doğru yaptıkları bir projeksiyonun sonucu ve hem zamansal hem de mekânsal sınırları var.

Bir kez daha sorma ihtiyacı duyuyorum; bütün bu olumsuzlukları daha geniş bir zaman ve mekâna kim yerleştirecek? Bu noktada, bu sorunun birincil muhatabı ne meslek odaları, ne de dar bir kesim gazeteci! Birincil muhatap, kuşkusuz muhalefetteki siyasal partiler. Var mı yukarıda sorduğumuz sorulara yönelik bilgi başta CHP olmak üzere muhalif partilerin elinde? Bu bilgiye dayanan bir bilişsel harita koyabiliyorlar mı toplumun önüne?

Eğer yoksa bu konularda sistematik bir bilgi ve bilişsel haritanız, o zaman iktidar da yok! Diyor ya düşünür, “bilgi iktidardır”. An itibariyle, inşaat alanındaki işçiler kendi başına yürüyor, siyasete ise anlaşılan boş bir isim tartışması kalıyor!