Kız çocuğu tarihle ve toplumla ilişkinin menkıbeler düzeyinde olduğu ülkemize sert kaçan bir roman. Farklı katmanların ve karakterlerin içinde bulunduğu çelişkiler üzerinden okuyucuya aktarılan sertlik aslında Türkiye’nin de gerçeğini gözler önüne seriyor

Bilmek istemediğimiz bir Türkiye’nin roman

CAN UĞUR

Bir intikam hikâyesi… “Peter’le el ele tutuşmuş, Kadife Sokak’ın biradan ve kahkahadan mürekkep şehvetli curcunasını yel gibi yarıp geçerek, ikindi vaktinin kalbine doğru çılgınlar gibi koşuyoruz. Ceplerimiz tıka basa altın paralarla, yorgun damatların, gerdeğin ertesi günü bir umut bozdurduğu, on dört ayar ince bileziklerle dolu. Barlar sokağının çakırkeyif yarı bakire genç kızları, bana gıptayla bakıyorlar. Hangi genç kız Kadıköy sokaklarında bir doksan boyunda bir zenciyle el ele koşmak istemez ki! Ama benim umurumda değil. Ben sadece on altı yaşındayım ve benden bir yaş büyük sevgilimle otuz bin euro’yu toparlamak için altı günümüz kaldı.”

Bu ifadeler senarist ve yönetmen Onur Ünlü’nün ilk romanı Kız Çocuğu kitabının arka kapak yazısından. Ünlü’nün ilk romanı, polisiye dokunun üzerine çeşitli konuların işlendiği bir çalışma özelliği taşıyor. Romanın başkarakteri Ayşe Şekeryan romanın en vurucu yanlarının da taşıyıcısı rolünde. Kitap Ermeni bir ailenin Türkiye’de yaşadığı zorluktan, 12 yaşında abisinin yakın arkadaşı tarafından tecavüze uğrayan bir kız çocuğunun yaşadıklarına kadar toplumun bam teli dediğimiz çeşitli katmanlarını birleştiriyor. 16 yaşındaki Ayşe Şekeryan’ın kendisine tecavüz eden adamdan intikam almak için çıktığı yolda yaşadıkları aslında hayatın kıyısı köşesi dediğimiz mekânlarda yaşananları da gözler önüne seriyor. İstanbul’un arka sokaklarında yaşayan siyahlar ile insan kaçakçılığı yapanların nasıl ortak paydada buluşmak zorunda kaldıklarını okuyabiliyoruz Ünlü’nün kitabında.

ABSÜRD VE POLİSİYE

Ünlü’nün dizi ve filmlerine hâkim olan absürt unsurlar kitabın kimi sayfalarında zihnimizi zorlarcasına kendine yer buluyor. Bunun yanında kitapta felsefe tarihinden örneklerle birlikte günümüz kültür sanat dünyasından isimlere yönelik göndermeleri okuyabiliyoruz. Yine Ünlü’nün filmlerinden alışık olduğumuz gerçeküstü sahneler romanda da kendine yer bulurken bazı kısımlardaki uzun paragraflar ve çok fazla bilgiyi amiyane tabirle çorba biçiminde sunan anlatım biçimi okumayı zorlaştırıyor.

Romanda okumayı zorlaştırdığını düşündüğüm bir diğer yan ise kurgunun ilerleyişi. Tercih olarak düz çizgisel bir ilerlemeyi kullanmaması anlaşılıyor. Ancak Ünlü’nün kullandığı yöntem ana olayları silikleştirirken anlatım biçimiyle de romandan uzaklaşmamıza neden oluyor. Bu da romanın bağlamıyla bağımızı zayıflatıyor. Öte yandan yine çok fazla vurucu ya da irkiltici denen olayın/anın kitabın kimi bölümlerinde peş peşe sıralanması da okuyucuda iyi tabirle ‘yabancılaşmaya’ kötü tabirle ‘kanıksamaya’ neden olabiliyor.

Yazar, bu handikapların farkında olacak ki; absürt unsurları polisiye olay örgüsü ile dengeleyerek okuyucuyu hikâyenin içinde tutuyor. Buna eşlik eden sinematografik anlatım sayesinde roman, belki de Ünlü’nün sinemacı kimliğinden kaynaklanır biçimde, görselleşebiliyor.

TÜRKİYE GERÇEKLERİ

Romanın biçimsel açıdan durduğu yerin yanında bir de romandaki ideolojik göndermeler var. Özellikle başkarakter Ayşe Şekeryan’ın toplumun yerleşik kurallarına ilişkin çıkarımları yer yer sert göndermeler içermenin yanında ciddi bir sorgulamayı da içinde taşıyor: Zorunluluğun ihtiyaca dönüştüğü noktada gerçekleştirilen eylemlere hukuk kitaplarında suç deniyor. Ama benim kitabımda buna hak denir. (s.259)

Kız çocuğu bir Türkiye romanı. Ama birçoklarımızın görmek istemediği bir Türkiye’nin romanı. Tarihle ve toplumla ilişkinin menkıbeler düzeyinde olduğu ülkemize sert kaçan bir roman. Farklı katmanların ve karakterlerin içinde bulunduğu çelişkiler üzerinden okuyucuya aktarılan sertlik aslında Türkiye’nin de gerçeğini gözler önüne seriyor: Anadolu’da muhafazakâr bir yapı içerisinde bu kodlarla meşruiyet üreten insanın 12 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz edebilmesi… İstanbul’un yoksul semtlerinden birinde var olma savaşı veren bir siyahın fırsat bulduğunda sevgilisini nasıl ortada bırakıp gitmesi… Cinsel yönelimini saklamak zorunda kalan bir doktorun bir bebeğin yaşamı söz konusu olduğunda onu ölüme terk etmeyi düşünmesi… Ünlü, İbn Haldun’un 'coğrafya kaderdir' sözüne nazire edercesine bu coğrafyada yaşayan insanların kaderlerine isyanını anlatıyor. Söz konusu çelişkiler üzerinden toplumun röntgenini çeken Ünlü birçoğumuzun gündelik yaşantısında karşısına çıkan ama birçok nedenden dolayı dikkatini çekmeyen yaşamları didaktik olmayan bir dille bizlere sunuyor. Bu da romanın en göze çarpan taraflarından birini oluşturuyor.

Zaten bir yazarı ya da aydını değerli kılan herkesin gördüğü ya da bildiği şeyleri paketleyip önümüze koymak yerine görmek istemediklerimizle bizi tanıştırması değil midir? Umarız Onur Ünlü yazmaya üretmeye devam eder. Yeri gelmişken söyleyelim Ah Muhsin Ünlü’yü de unutmuş değiliz…