Soluğumuzu tuttuk bekliyoruz: Fethullah Gülen, Başbakan için geçmiş olsun mesajı yayınlayacak mı, yayınlamayacak mı?..

Soluğumuzu tuttuk bekliyoruz: Fethullah Gülen, Başbakan için geçmiş olsun mesajı yayınlayacak mı, yayınlamayacak mı?

Vay be, meğer AKP ile Cemaat arasında sürtüşme varmış. Vay be, meğer Cemaat vesayeti bile olurmuş. Vay be, şu memlekette demek ki “askeriye ile demokrasi güçleri” arasındakinden gayrı çelişki ve çatışma da olurmuş!

Velhasıl, “komşunun parmağı şişmiş kaygısı bizlere düşmüş” hallerdeyiz. Türkiye’de hep sol bölünecek değil ya... Şimdi de sağ cenahta, muktedirler katında bölünen bölünene... AKP ile liberaller arasında ayrılık... Liberallerin kendi aralarında ayrılık... AKP ile Cemaat arasında ayrılık...

Bütün bunları anlayabilmek için el altından bilgilere, belgelere hiç ihtiyaç yok; açık istihbarat yöntemiyle olup biten izlenebiliyor. Açık istihbaratın en kabak gibi olanı mesela Taraf gazetesi. Hem AKP sevdalısı liberaller hem Cemaatçiler orada kalem oynatıyorlar. Taraf gazetesi tarihinde ilk kez, Ayşe Hür imzasıyla bir Fethullah Gülen değerlendirmesi yer aldı, yani bir tabuya dokunuldu. Ayşe Hür’ün “tehir” gerekçesi, yazının kendisinden ilginç: “Bazılarınız niye bu kadar geciktiğimi sorabilir. Belki sol geçmişimden miras ‘ana çelişki- tali çelişki’ saçmalığı yüzünden, belki bir çeşit oto sansürden, belki dinî Cemaatleri şeytanlaştıran ulusalcı koroya katılma endişesinden.” Yazısında esas olarak, “Bana göre, Fethullah Gülen Hareketi’nin yıllardır kıyasıya eleştirdiğim Kemalizm’den tek farkı, sivil değil dinsel bir toplumsal mühendislik projesi olması” diyor yazar; sonunda kendisini de dinî Cemaatleri şeytanlaştırma korosuna katarak!

İyi güzel de, bu tespitler BirGün’de ve bu köşede yıllardır yer alıyor. Böyle dediğimiz için ne laikçiliğimiz kaldı, ne Ergenekonculuğumuz. Çünkü bugüne dek rivayet oydu ki, Cemaat elindeki kumandayla (emniyette, yargıda, eğitimde, üniversitede, medyada) AKP’nin de güzergâhını belirliyordu; yani toplum mühendisliğine soyunmuştu.

Öyle ki 2008 Temmuz’unda Enis Berberoğlu alenen şöyle yazmıştı: “Sanki gizli bir el gibi çalışan Cemaat, TSK ile hükümetin arasını açma gayretini sürdürüyor. Belli ki Tayyip Erdoğan’ı gözden çıkartmış olan Cemaat AKP’yi yeni bir isim etrafında toparlama planları için zaman ve zemin kolluyor.”

Eh artık zamanı ve zemini olgunlaşmış olmalı ki, Cemaat sahip olduğu görece özerklikten Cemaat vesayetine doğru hamle peşinde, artık “Sızıntı” yerine gürül gürül akmak istercesine, kendisini ortaya atmış görünüyor. (Riskli bir hamle tabii, kendi tasfiyesine de ferman olabilir!)

Peki bu nasıl oluyor? Cevabını taa iki yıl önce bu köşede yazmıştım:

***

Ayrıntılar, yani sosyolojik, tarihsel, siyasal çözümlemeler ve hatta laiklik ve İslamcılık bir yana; Cemaatçilik, “siyasal sistemin” 86 yıl önce bünyesi dışına attığını sandığı, ama bu konuda epey yanıldığı bir “parçası”dır. Çünkü “toplumsal sistem”, organik bünyesinde bunu muhafaza etmekte ve çoğaltarak yeniden üretmekteydi. Soğuk Savaş yıllarında, Askeriyenin komünizme karşı NATO’ya intibakına paralel şekilde, toplumun da komünizme karşı seferber edilmesi kaygısıyla, özellikle Demokrat Parti döneminde Cemaat müfrezeleri de birer birer sahneye çıkarılmaya başlanmıştı. Bu oluşumlar, satranç tahtasındaki basit piyonlar olmanın ötesinde, kendi görece özerklikleriyle inisiyatif geliştirdiler. Örnek, 1970’lerde Gülen Cemaatinin adım adım mevzi kazanma rotasıydı. İşte bu “Örnek”, süreç içinde bir “Örüntü” (pattern) niteliğini de kazandı. Çünkü sistemin (bütünün) hem bir parçası hem de ondan özerk olması sayesinde, bu Cemaat, bütünün parçaya dönüştürülmesi, yani parçanın bütüne tümüyle nüfuz etmesi doğrultusunda hakikaten “tevekkül” içinde ilerlemekteydi. Sabreden dervişler muratlarına erecekti!

Cemaat artık müesses nizamın, bürokrasinin bir parçasıdır, ama ondan görece özerktir. Cemaat AKP’nin de bir parçasıdır, ama ondan da görece özerktir. Şimdi gelelim hayati soruya: Cemaat ABD politikalarının da bir parçasıdır, peki ondan da görece özerk midir? Pensilvanya’daki çiftlik kapısında Amerikan bayrağı dalgalandığı ve Cemaatin uluslararası sermayeyle ortaklığı bozulmadığı sürece, bu soruya verilecek makul cevap elbette “Asla” şeklindedir.

Askerin boşluğunu Cemaat güçlerinin doldurması “demokratik devrim” değildir muhteremler! Peki siz askeri vesayet rejiminden çıkıp Cemaat vesayetinde bir rejime geçmeyi mi desteklemektesiniz?

***

Her neyse, şimdilik kafama takılan sorular şunlar: Acep Tayyip Erdoğan Cemaatin bin bir suratından hangisini öpecek? Peki, Cemaat eliyle başlatıldığı ve hükümeti baypas ederek sürdüğü söylenen “kontrolsüz operasyonların” sonu nereye varacak? Kontrolsüz bir yangın AKP’yi de yakacak mı? Ya da itfaiye-ABD duruma el atacak mı? Hadi bakalım...