Televizyon canlı yayını en heyecanlı yerinde kesti! En heyecanlı yer; gazetecilerinin soru soracakları bölüm… “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve AKP İstanbul Belediye Başkan Adayı…” Cümlenin gerisini getirmeden tırnak içindeki bu başlangıcın bir oksimoron olduğunu söylemek lazım. Malum, oksimoron; birbiriyle çelişen ya da tamamen zıt iki kavramın bir arada kullanılmasıyla oluşan ifadelere deniliyor. TBMM başkanı […]

Televizyon canlı yayını en heyecanlı yerinde kesti! En heyecanlı yer; gazetecilerinin soru soracakları bölüm…

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve AKP İstanbul Belediye Başkan Adayı…” Cümlenin gerisini getirmeden tırnak içindeki bu başlangıcın bir oksimoron olduğunu söylemek lazım.

Malum, oksimoron; birbiriyle çelişen ya da tamamen zıt iki kavramın bir arada kullanılmasıyla oluşan ifadelere deniliyor. TBMM başkanı olmak ve bir parti faaliyetine katılmak birbirinin tamamen zıddı iki durum.

Anayasa Madde 94 çok açık: “TBMM Başkanı, …, üyesi bulundukları siyasî partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; … katılamazlar…”

“Her neyse” diye geçiştirilebilecek bir durum değil ama biz yazıya devam edelim.

Televizyon Binali Bey’in İstanbul’da AKP adayı olarak medya temsilcileriyle yaptığı kahvaltıyı canlı veriyor. Binali Bey, belli ki asıl olarak sorulacak soruları önemsiyor, kendisi İstanbul hakkında ansiklopedik bilgiler vermekle yetiniyor:

İki kıtayı birleştiren şehir, şu kadar öğrenci var, milli gelirin bu kadarını üretiyor, 140 ülkeden büyük ekonomisi var diyor; geçen yıl 12 milyon 500 bin turist geldiğini ve sanatın-edebiyatın merkezi olduğunu anlatıyor.

Canlı yayını birlikte izlediğimiz arkadaşım, Binali Bey’in her zamanki neşeli nüktedan halini anımsatıp; “Sanki silah zoruyla aday yapmışlar” diyor. Binali Bey de, aday olmayı ben istedim demiyor da, “Partimiz İstanbul yarışında bulunmamı istedi” diyor. Örgüt disiplini yani!

Seçime 84 gün kala, “Tam zamanlı mesaiye başladık” diyor. Tam zaman burada geçeceğine göre, istifa etmediği Meclis başkanlığına hiç mesai ayıramayacak!

Konuşmanın sonunda; “Bana her türlü soruyu sorabilirsiniz”, diyor en demokrat haliyle! “Ayakkabı numaramı sorun. Kaç yaşında olduğumu sorun. Kaç torunum olduğunu sorun. Hobilerimi, korkularımı sorun…”

Gazetecilik soru sorma mesleğidir ya! Geçen Cuma, namaz çıkışı, muhabirlerin Binali Bey’e sordukları soruları duyduğum andan beri içim içimi yiyor. Gazeteci olmayanlara da soruyorum: “Binali Bey’e bir soru sorma hakkınız olsa, ne sorarsınız?” Cevap hiç değişmiyor: “İstifayı sorarız!”

Cuma namazı çıkışı muhabirler; projelerini ne zaman açıklayacağını, adadaki atların ve faytonların durumunu soruyorlar ama, istifa düşünüp düşünmediğini sormuyorlar!

Canlı yayında dinleme zevkinden yoksun kaldık ama medya temsilcileri kahvaltıda istifa konusunu sormuşlar. Binali Bey’in cevabı, özrü kabahatinden büyük durumuna bir örnek: “Hukukun olduğu yerde etik konuşulmaz!”

Anlaşılan, Anayasa’nın son derece açık maddesine karşın istifa etmemeyi hukuki bulabiliyor, “etik sorun da yok” dese de, durumunun etik olmadığını sanki hissediyor!

Adaylığın hukuki olduğu açıklamasını benim aklım almıyor ama etik olduğuna dair söylediklerini etik dışılığın zımnen kabulü olarak anlıyorum.

Etik olmayan bir şey meşru da değildir, ama olsun; anayasa, etik/ahlak, meşruiyet, bunlara boş verelim isteniyor!

Binali Bey, İstanbul’a aday olurken en çok Ulaştırma Bakanlığı birikimine güveniyor. 11 yılla Türkiye’nin en uzun süre Ulaştırma Bakanlığı yapan kişisi olduğunu söylüyor. Güzelim İstanbul’un bazı sorunları da olduğunu kabul ediyor ve bunların en başında “ulaştırma ve trafik sorunu”nu sayıyor.

“25 yıldır yönettiğiniz kentte, 11 yıl da Ulaştırma Bakanlığı yaptığınız halde çözemediğiniz sorunu Belediye Başkanı olunca mı çözeceksiniz?” diye soran oldu mu bilmiyorum. O zaten bunları değil, ayakkabı numarasını soralım istiyor.

Gazeteciler sormasa da, millet bu sefer ayakkabı numarasından fazlasını soracak. Bana öyle geliyor!