Eski Adalet Bakanı, ve Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Peker’in iddiaları hakkında DW’ye konuşmuş. “Binde biri bile doğruysa felaket ve sıkıntıdır. Binde birken önünü alamazsanız, bu yüzde bir, sonra onda bir olur sonra bir bakarsınız ki bütün vücudu kaplamış. Türkiye bu konuda yeteri kadar geçmişte tecrübe sahibi oldu. Gerekli ders çıkartılarak gereğinin yapılması lazım… Videoları seyreden, gazetede okuyan ilgili savcı ya da savcıların harekete geçip gereğini yapmaları lazım. Devlete güveni sağlamak açısından bu gereklidir. Bu boyuttaki iddiaları savcılar araştıracak, gerçek neyse ortaya çıkartacaktır. Suç teşkil eden bir şey varsa, evvela yargı makamlarının harekete geçmesi lazım.”

Hem genel kurala yaptığı atıf hem de Peker özelinde söyledikleri doğru. Amacım da doğrudan bir polemik ya da bu açıklamayı eleştirmek değil, hatta iktidar sahiplerinin çoğunun kulağının üzerine yattığı, Cumhurbaşkanı’nın nasıl pozisyon alacağını beklediği ya da örgütlerden örgüt beğendiği bir ortamda bu kadarı bile önemli. Ama söyleşinin tamamı okunduğunda kısa kesintiler hariç ülke yönetimine 60 yıldır sahip olan sağ hükümetlerin ve kadroların suç örgütleri ile niye etkin bir şekilde mücadele etmediklerinin/edemediklerinin de izleri görülüyor. O nedenle bu söyleşi de dillendirilen tezleri elden geldiğince soyutlayarak değerlendirmeye çalışacağım.

***

İlk önce şu iddiaları “şarta bağlayarak” değerlendirme meselesi. Bir yolsuzluk rezillik ortaya çıkar, gizlenemez haldedir ama iktidar adına konuşanlar “eğer doğruysa” diye başlayıp “tabii ki gereği yapılmalı” diye cümlelerini bitirirler. Oysa gereğini yapacak olanlar kendileridir. Arkasından gelsin 50 yıl öncenin unutulmuş hatta hesabı sorulmuş çoğu tartışmalı olaylarının sündürüle sündürüle anlatılması. Üstelik onların çoğu da kendi (ya da sahiplendikleri) iktidarları zamanında olmuştur. Ama ne gam, gelsin yargı vesayeti! Yargıda kadrolaşmadan mı bahsettiniz gelsin Moğultay’ın infaz koruma memurları için kurduğu (yanlış) cümle! Eee bugün ne oluyor? tabii ki “eğer doğruysa” ile başlayan kısa bir cümle! Yargı anahtar teslimi Fetullahçılara teslim edilirken bile eleştirenlere “ama Moğultay” diyorlardı. Polisteki kadrolaşmadan söz edersiniz hemen mevcut kadrolaşmayı meşru gösterme argümanı olarak “geçmişte de Pol-Der vardı!”. Arkasından yapıştır CEHAPE zihniyeti ve “367 kararını”, neyi tartıştığınızı bile unutursunuz!

***

Bu “binde biri doğruysa” tespiti işte böyle somut olarak yaşanan rezillikleri örten bir şart cümlesi ile başlıyor. Ama daha ilginci “binde biri” tespiti. Oysa bu iktidar, daha önemli onlarca iddiayı nasıl sessizce geçiştirmişti. İki örnek: İran’da rüşvet almak/vermek suçundan idama mahkûm edilen Babek Zencani’nin Türkiye’de “yetkililere” 8,5 milyar dolar (sekiz buçuk milyar dolar!) rüşvet dağıttığını iddia etmişti. Yargının harekete geçmemesi bir yana, benim yaptığım şikâyet o dönem yasal dayanağı olmayan bir şekilde kayda alınmadan “soruşturulamaz” denilmişti. İkincisi; Nadira Kadirova vakası. Bu olaylarla ilgili olarak “eğer doğruysa” bile denilmemesini doğru olduğunun bilinmesi olarak yorumlamak gerek sanırım!

İşte tam burada; neredeyse hepsi daha önce dillendirilmiş olmasına rağmen, Peker’in açıklamalarının yankı bulmasının nedenlerinden birisi olarak sağın/sağ kadroların ve hükmettikleri devlet aygıtlarının suç örgütlerine yaklaşımına bakmak gerek. Sağ, suç örgütlerini objektif hukuk kuralları çerçevesinde değil, kendilerinin yanında olup olmamasına göre değerlendirmiştir. O nedenle yaklaşık aynı işleri çeviren bir adam için yasa çıkarırken öbürüne “çökmeye” çalışır. Devlette kadrolaşan bir çete iktidarla çelişirse üzerine gidilir ama iktidara destek olursa ona tüm kapılar açılır. Bu haliyle daha çok örgüt içi bir kavga izlenimi verir sağın suçla mücadelesi.

***

Öte yandan suç örgütleri rahat hareket etmek, devlet nezdinde meşruiyet kazanmak için sağ sembol ve söylemlere dayandıkları gibi “Kürt meselesi” bağlamında “şahin” görünürler. Kirli işler zaman zaman bu yapılara havale edilmiştir. Devlet içinde görev alıp “rutin dışına” dışına çıkanlarla dayanışmaları hep devam etmektedir. Mevcut çürümenin en önemli dinamiklerinden birisi o dönemlerdeki “suç” ortaklığıdır.

***

Özellikle liberal sağ, suç ve suç örgütleriyle mücadelede en önemli eksiğin şeffaflık olduğunu vurgular. Kuşkusuz kamu yönetiminde şeffaflık çok önemlidir. Ancak hukuki ve siyasi yaptırımın olmadığı toplumlarda şeffaflığın varacağı yer “azgın bir arsızlıktır”. Nitekim şeffaf şeffaf bakan yakınlarına ihaleler veriliyor, marinalara çökülüyor, rüşvetler dağıtılıyor, gemicikler hediye ediliyor.

Tüm yaşananlar sağ kadroların ve sağ siyasetin ülkemizin ihtiyaç duyduğu temiz toplum hedefini gerçekleştirmelerinin mümkün olmadığını gösteriyor. Özellikle iktidarın taraf olduğu konularda bağımsız ve tarafsız hareket edebilme kabiliyeti oldukça gerilemiş bir yargı da bu hedefe ulaşamaz. Ancak toplumun bu talebi yükseltilirse yargı harekete geçmek zorunda kalacaktır. Daha önce kaçırılan bu fırsat şimdi kullanılabilir.