Ankara Altındağ’da evlere, işyerlerine ve insanlara yönelik saldırının kanıksanması ve olağanlaştırılması, bizi saçma sapan yerlere götürür, tarihte faşizme ve ırkçılığa giden her yol, çoğunluk ve haklı olduğunu düşünenlerle dolu.

“Bindik bir alamete, gedeyoz gıyamete”

ALPER TURGUT

Aşı mevzusunda maviyi yakalamak, malumunuz virüs belasına karşı en üst seviye güvence demek, hele hele tam şu anda ve bu bariz kaotik ortamda. Memleketin en kalabalık kenti İstanbul’un valisi, müjde misali açıklama yapıyor ve mavi kategoriye ulaşmak için 783 bin 468 hemşerimizin daha aşı olması gerekiyor diyor. Ve itinayla devam ediyor; “Sekiz ilçemiz mavi, 20 ilçemiz sarı, 11 ilçemiz de turuncu kategoride yer alıyor.” Hah! Şimdi mavi olan ilçeleri açıklamayacak diye söyleniyorum. Ve elbette, dediğim direkt gerçekleşiyor, bu büyük mücadelede öne çıkan ilçelerin adı katiyen zikredilmiyor. Neden mi? Çünkü turuncu ve sarı ilçeleri nasıl tahmin edebiliyorsak aşağı yukarı, maviye dönenler hakkında da öngörümüz var, haliyle. Bu kestirim kuşkusuz doğrudur, iktidar partisince idare edilen ilçeler mavi olsaydı şayet, büyük bir keyifle, köpürte köpürte anlatırlar, hatta günlerce reklamını yaparlardı. Geçiştirme hali, muhalefetin yönettiği belediyelerin uygun rengi yakalaması yüzünden. Yani sağlıkta dahi siyaset baskın, ne yazık ki.

Bu açıklamama, kısmen açıklama, erteleme, yönlendirme, muğlak hale getirme durumu, zamanımızın en son numarası gibi, yurdumuz biricik örnek de değil ha, neredeyse tüm dünya, şeffaflığı ortadan kaldırma telaşında, üstelik görünürlüğün en belirgin olduğu asri çağımızda. Yangın olur, sel olur, pandemi olur, ekonomi olur, asla fark etmiyor. Ya inadına susuyorlar ya da harbiden bulanık laflar ediyorlar, bik bik bik. Bu uğursuz belirsizlik, insanları daha öfkeli, daha sabırsız, daha karamsar, daha kötümser hale çeviriyor, ister istemez. Hal böyleyken, komplo teorilerine inanç pekişiyor ve derinleşiyor.

ı karşıtlığı gibi salt insanın kendisini değil, herkesi ilgilendiren en hayati meselede, şüphelerim mevcut diyenlerin, sorularına bir türlü cevap alamaması, onları daha keskin ve katı bir şekle dönüştürmez mi? Böylesi tekinsiz şartlarda, ortalık resmen toz dumanken, etkiyi ve yetkiyi elinde tutanlar, oyunu daha açık oynamaktan ısrarla kaçıyorlar. Karşılığında da hunharca bir inat serpiliyor, hem de yoğun, çok yoğun. Yüz felci geçirdim, pıhtı atması çoğaldı, kalp krizi geçirenler var gibi onca şikâyete, ya bunlar masal diyemezsiniz. Tam 19 milyon 70 bin 186 yetiştin ilk aşısını dahi olmamışsa, sorun gerçekten çok büyük demektir. Tutarlı olmak, aşılamanın ardından rakamlar şu, bilimsel veriler bu diyerek, endişeli çoğu insanı, rahatlatmak, huzura kavuşturmak, kafalarındaki sualleri yanıtlamak zorundasınız. Aksi takdirde, bu korku ve panik hali, aşı karşıtlığını bir din gibi sahiplenmelerine yol açacak, yerkürenin bizden alacağı haklı intikamı daha da kolaylaştıracak, emin olabilirsiniz.

Deprem artık betona çevrilmeye didinilen bu güzelim memleketin, yegâne büyük felaketi değil, harbiden deprem ülkesinden, afetler bölgesine dönüşmekteyiz, gün be gün. Hortum görülmeyen yerde hortum, süper hücre nedir bilinmeyen yerde süper hücre derken, alarm çalıyordu aslında son ses, ancak biz kulakları tıkadık. İşte tehdit ve tehlike içeriyor diye, duymamaya çabaladık basiretsiz bir özen ile. Ardından harıl harıl yandı böğründen kadim coğrafya, ateşle, külle ve tarifsiz bir hüzünle baş başa kaldık. Bir yara kapanmadan diğeri açılır oldu, ardı ardına güneyde yandık, kuzeyde boğulduk.

Pes dedirten HES’lerle, dolgu alanlarında yaşam kurma çabasıyla, dere yataklarına yerleşme inadıyla, boyumuzu fersah fersah aşan işlere giriştik. Bizim mağrur insanlık, doğayla kavgaya tutuşmasının bir bedelini, olacağını ve bunun illa ödeneceğini görmedi, görmek istemedi. Düşünün, iklim değişikliği denen kriz, bütün dertlerin en birincisi ve önemlisiyken, felaketler de arka arkaya gelirken, Kanal İstanbul gibi bir üsteleme, tabiat ananın, hey sakın unuturum sanma, benden kopararak aldığını, yıka yıka, söke söke geri kazanırım demesine sebebiyet vermeyecek mi? Kurtuluş reçetesinin salt IBAN olduğu bir yerde, fecaatler zinhar tükenmezler. Çözüm üretmek yok, yeni yeni dertler yaratmak var. Ne ala.

Kastamonu Bozkurt’ta yaşanan taşkın, bir ilçeyi kısa bir süre içerisinde neredeyse yuttu. Bakan ne yaptı, aşırı yağışları sorumlu tutup, HES’leri mağdur ilan etti! Her şeyin titiz hesaplarla ortalamasını alıp (misal ortalama sıcaklık, ortalama yağış ve benzeri), sonra ortalama ezberi bozuldu diye suçu aşırı olana atmak, kolay ve basit bir seçenek haliyle, devlet yönetiminde. Asıl ustalık ve maharet isteyen şey, olağan dışı olanı hesaba katmak ve ona göre hazırlık yapmak değil midir? Ve bunlar daha iyi günlerimiz, kötü zamanlarsa çok yakın, artık bildik ortalamalar olmayacak, artacak, çoğalacak, çarpacak, boğacak, yıkacak, yakacak. Ve ortada ders alındığına dair en ufak bir belirti yok, ne yazık ki.

Peki, yakıcı gündemimiz sadece doğal belalar mı, elbette hayır! İnsanın insana ettiği yıkım ve kırım, gerçek afetten bile daha fecidir, ne kadar zaman geçerse geçsin kapanmayan, sızlayan, kanayan yaralar açar durur, yüreğimizde ve bilincimizde. Tarihte birçok acı örneği bulunur, dünyada ve yurdumuzda katliamlar yaşanmıştır, ortak vicdanlarda lanetlenmiş olsa da nice kırım bir ufacık kıvılcıma bakar. Tam da bu nedenle, göçmen, sığınmacı, mülteci adını ne koyarsanız koyun, doğdukları topraklardan kopmak zorunda kalmış, orada yaşamaya alışamamış, yeni bir hayat, yeni bir yurt, yeni bir umut peşine koşmuş insanlara, düşmanlık beslemenin, herhangi bir izahı yok, bilesiniz. Dünyayı yönetenlerin ve ülkelerin başındakilerin yürüttüğü savaş, göç ve işgal siyasetine karşı durmak yerine, öfke, hiddet ve nefretle yuvalarından olmuş, sevdiklerinden kopartılmış, kolu kanadı kırılmış insanlara yönelmenin, kimseye bir faydası olmayacak, lakin zararı olacak, besbelli. Ankara Altındağ’da evlere, işyerlerine ve insanlara yönelik saldırının kanıksanması ve olağanlaştırılması, bizi saçma sapan yerlere götürür, tarihte faşizme ve ırkçılığa giden her yol, çoğunluk olduğunu ve her şeye hakkı bulunduğunu düşünen sıradan ve normal insanlarla doldu, taştı. Kimse de kazanamadı, herkes kaybetti, kapitalizm hariç.