Rezalet bir kısasa kısas kültürü var Türkiye insanının futbolu yorumlayışında. Öyle bencil, öyle bayağı bir kültür ki karşısına mantıklı bir tezle çıkmayı bile imkânsız hale getiriyor. Olayı zaman ve mekândan bağımsız olarak net biçimde ortaya koyalım. Türkiye’nin en üst düzey liginde mücadele veren bir takımın otobüsü deplasman dönüşü silahlı bir saldırıya uğradı (en üst düzey ligi kısmına atıf yapma sebebimiz, muhtemelen bu yaşanana benzer şeylerin her hafta alt liglerde yaşanıyor ve hiçbir zaman ülke gündemine gelmiyor oluşu). Planlı veya tesadüfi benim için fark etmiyor, o akşam o otobüsteki insanlar ölebilirdi. Buraya kadar bir itirazınız var mı? Mesela kanlar içinde hastaneye kaldırılan şoförün sağlık durumunda da derin bir komplo, suratındaki kanın da film hilesi olduğunu mu sanıyorsunuz? O zaman yazının gerisine hiç zahmet etmeyin, zira sizin boyutunuza ulaşmam mümkün değil.

Bu ülkede bir gün herkes tarafından sevilen, saygı duyulan bir insan, futbol sahasında olup biteni gerekçe gösteren birisi tarafından katledilecek ve o zaman toplumun çoğunluğu yıllardır o kısas kültürüyle mazeret üretmeye çalışarak nasıl bir şeye sebep olduğunu anlayacak. İnsan hayatı konusunda sınıflandırmalarımız var. Emre Belözoğlu o gün otobüste hayatını kaybetse çok üzülmezdik değil mi? Ya Volkan Demirel? Birazcık. Mehmet Topal? Çok yazık olurdu kesin. İşte böyle bizim düşünce şeklimiz. Yapılan şeyin vehameti değil, kime ve ne gibi bir gerekçeyle yapıldığı bizim için daha önemli. Nedensellik önemli şey tabii mantıkta. Olayın nedenlerini araştırmak bir suç eyleminin en önemli unsurlarından bir tanesi. Ama bu işi yaparken ortaya koyduğumuz sebeplerle eylem arasındaki ilişkinin de makul seviyede olması lazım. Bizim otobüs kurşunlamaya gösterdiğimiz sebep Fenerbahçe’ye şike sebebiyle ceza verilmemiş olması. “Eğer Fenerbahçe’ye 4 yıl önce verilen mahkeme kararı sonrası, lafı dolandırmayalım, küme düşme cezası verilseydi, o kurşunu sıkan o silahı eline almayacaktı ya da silah eline verilmeyecekti.” Bunu mu diyoruz? Evet bunu diyoruz. Bireysel adaletçiyiz yani. Bunu diyenler ülke futbolunun son 30 yılındaki bütün faciaları, bütün tribün olaylarını, bütün nefreti sadece şike davasının ortaya çıkardığına inanıyor veya saflık ya da manipülasyon yapıyor. Bu ükede futbol dünyası her zaman defoluydu, her zaman nefrete ve kaosa sırtını yaslamıştı. Basın, taraftar, yönetici, futbolcu…Herkes… Buna inanan veya inanmak isteyen güruhun sarı-lacivertlilerin Bursaspor maçının ertelenmesine gösterdiği gerekçe Fenerbahçe’nin sakatları olmasıydı mesela. Halbuki ben olaya başka açıdan bakıyorum. Federasyon bu göstermelik erteleme ile takımın sezon sonundaki maç programını sıklaştırmış oldu (1 gün sonra tüm lig maçları ertelendi). Bu bakış açısı farklılığı, herhangi bir kararın tutarlılığını sorgulama yetisi emin olun benim Galatasaraylı veya Fenerbahçeli olmamdan ya da 3 Temmuz sürecindeki kişisel görüşümden değil, olaya insani değerler açısından bakabilmemden kaynaklanıyor. Ha unutmadan söyleyeyim, bazılarına hayal gibi gelecek, ama bir insan hem Fenerbahçe’nin malum dava sonucunda küme düşürülmesi gerektiğini, hem de geçen cumartesi gecesi başına gelenler sonrası ligin tatil edilmesi gerektiğini düşünebilir. Bazılarına çok uzak gelebilir, ama evet bu olabilir.

Düzeltmemiz gereken çok şey var kafalarımızdan başlayarak. Ben alametin kaptan köşkünde, kıyamete gitmeyi bırakın kıyametin kapısından içeri çoktan girdiğimizi düşünüyorum ve bu kafalar değişmediği sürece içeride birbirimizi kemirip bu kanserli hücrelerle dolu futbolumuzu her yurtdışına gönderdiğimizde, ulusal takım beraberliklerine sevindiğimiz 80’li yıllara döneceğiz. Federasyonun, futbol kulüplerinin ve o saldırının doğrudan muhattabı futbolcuların bu konuyla ilgili alacağı tavrı merakla bekliyoruz.