Depremin yıktığı şehirlerin uzağında bulunan insanlar, yardım tweetlerini ellerinden geldiğince yayarak, elde ettikleri verileri haritalandırarak deprem bölgesindeki insanlara yardım etmeye çalıştı.

Bir acil müdahale yöntemi olarak Twitter yasağı

Emre Tansu Keten

Büyük bir felaket yaşadık. Depremin ilk saatlerinde felaketin büyüklüğünü medya kuruluşlarının yayınlarından ziyade, enkaz altında kalan ya da enkazdan kurtulan yurttaşların attıkları tweetlerle idrak etmeye başladık. Binlerce binanın çöktüğü, on binlerce insanın enkaz altında kaldığı, elektriklerin kesildiği ve herhangi bir arama kurtarma ekibinin henüz ortalıkta görünmediği şehirlerde insanlar hem içerisinde bulundukları olağanüstü koşulları aktarabilmek hem de kendileri ya da yakınları için yardım çağrısında bulunmak üzere sosyal medya platformlarını, özellikle Twitter’ı yoğun bir şekilde kullandı.


Depremin yıktığı şehirlerin uzağında bulunan insanlar da, bu yardım tweetlerini ellerinden geldiğince yayarak, elde ettikleri verileri haritalandırarak, bu verileri tasniflendirdikleri internet siteleri ve uygulamalar tasarlayarak deprem bölgesindeki insanlara yardım etmeye çalıştı. Bunun yanında deprem bölgesinde bulunan gazeteciler de, izlenimlerini, çektikleri fotoğraf ve videoları çoğunlukla Twitter üzerinden paylaştı. Depremin ilk gününden itibaren bölgeden yükselen sesler, tanıdık bir soruyu tekrarlıyordu: Nerede bu devlet?

Devlet burada!

AKP’nin AFAD’ı başta olmak üzere, böylesi bir afet sonrası sahada olması gereken ekipler bölgeye zamanında gidemese de, deprem sonrası müdahaleyi ve yardım çalışmalarını koordine etmeyi başaramasa da, AKP’nin propaganda makinesi depremin hemen ardından tıkır tıkır çalışmaya başladı. Ne yaşanırsa yaşansın, her olayı, öncelikle kendisine zarar gelmeyecek bir şekilde çerçeveleyerek, kendi siyasi menfaatleri doğrultusunda işleyecek söylem ve hikâyeleri üreterek karşılayan AKP, Maraş depreminde de farklı bir şekilde davranmadı ve hemen birtakım propagandif hamlelerde bulundu.

İlk olarak, kendisi başlı başına siyasi bir taktik olan “Bu olay siyaset üstüdür”, “Şimdi siyaset yapma zamanı değil” söylemlerini yayarak işe başladı, ardından ise bu afetin Türkiye tarihinin en büyük felaketi olduğu, hiçbir devletin böylesi büyük bir afete hazırlıklı olamayacağı söylemi ortaya atıldı. Rende binasından talimat alan troller ve trollerden işlevsel olarak hiçbir farkı olmayan AKP medyası çalışanları bu söylemleri dört bir yana yaymak için birbirleriyle yarıştı. Amaç, bütün yetkileri tek elde toplayan iktidarın sorumluluğunun ve basiretsizliğinin konuşulmasını engellemekti.

Bu taktiklerin gerçeklerin ağırlığı altında ezildiğinin görülmesiyle birlikte sansür aşamasına geçildi. Twitter’da, deprem öncesinde alınmayan önlemlerden deprem sonrasında milyonlarca insanın kaderiyle baş başa bırakılmasına kadar iktidarın bu felaketteki rolünü hatırlatan birçok kişi gözaltına alındı. Emniyet Müdürlüğü depremin üzerinden henüz dört saat geçmişken, provokatif paylaşım yapan hesapların tespit edildiğini duyuran bir açıklama yayımladı. Depremden tam 24 saat sonra ise İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Dezenformasyon Bildirim Servisi” isimli bir ihbar uygulamasını hizmete sunduklarını açıkladı ve vatandaşlardan dezenformasyon barındıran paylaşımları bu uygulama üzerinden ihbar etmelerini istedi. Yani, sıradan yurttaşlar ellerindeki sınırlı imkânlarla enkaz altında kalan insanlara ulaşımı kolaylaştıracak bir uygulama yazmak için çabalarken, iktidar kendisine yönelik eleştirileri etkisizleştirecek bir uygulamayı hazırlamakla uğraşıyordu. Devlet buradaydı gerçekten, ama başka işlerle meşguldü.

Dezenformasyonla mücadele masalı

Bunlar da sosyal medyayı istedikleri oranda susturamamış olacak ki, 8 Şubat akşamı akıl almaz bir kararla Twitter’a erişimi toptan kestiler. Bu öylesine kötülükle örülmüş bir karardı ki, birkaç saat boyunca böyle bir karar aldıklarını dahi kabul edemediler. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, bunun bir teknik arıza olabileceğini söylemek zorunda kaldı. Ancak sonrasında, Altun’un ve birtakım bürokratların Twitter yönetimiyle pazarlık halinde olduğu, yönetimden dezenformasyona karşı mücadelede işbirliği sözü aldıktan sonra siteye erişimi yeniden açtıkları öğrenildi. Bu süreçte, enkaz altındakilere ulaşabilmek ve yardım çalışmalarını örgütleyebilmek adına hayati bir işlev yüklenen Twitter, iktidarın propagandacıları tarafından şirkete istediklerini kabul ettirebilmek için koz elde etme pahasına kapatıldı. Sırf, deprem bölgesinden yükselen “Nerede bu devlet!” yakarışları duyulmasın, bu süreçteki beceriksizlikler dillendirilmesin diye, yıkılmış şehirlerin yardım çığlığı kesildi. AKP iktidarının, siyasi menfaatleri için neler yapabileceği bir kez daha görülmüş oldu.

Daha önce birçok kez yazdığımız gibi, Altun ve hempalarının ağızlarından düşürmedikleri dezenformasyon kavramı, iktidarın sosyal medyaya sansür uygularken ihtiyaç duyduğu meşruluk zeminini sağlayan sihirli bir formül haline geldi. Dezenformasyon üzerinde, belli bir siyasi amaç için bir sorunu olduğundan çok daha tehlikeli şekilde temsil etme anlamında, ahlaki panik kampanyası örgütleyen İletişim Başkanlığı, bu alana yönelik sansür hamlelerini, bu abartılı tehlike anlatısı üzerine inşa etti. Geçtiğimiz sene yürürlüğe giren “Sansür Yasası”, dezenformasyonla mücadele adı altında, resmî açıklamalarla çelişen bilgi, haber ve paylaşımların cezalandırılması amacıyla hazırlanmıştı ve bu depremde tam da buna uygun olarak kullanıldı. Anladığımız kadarıyla Twitter yönetimine de, işlerine gelmeyen her paylaşımın dezenformasyon olarak damgalandığı bu siyasi gerçeklik skalası dayatıldı.

Tabii ki, İletişim Başkanlığı, sansürü meşrulaştırmak için kullandığı dezenformasyon sihirli formülünü kendisi yaratmadı. Halihazırda uluslararası ölçekte liberal ve girişimci iletişim çevrelerinin yarattığı ahlaki paniği alıp kendi amaçları için yerli ve milli bir şekle soktu. Bu liberal ve girişimci çevrelerin Türkiye ayağı olan ve ticari çıkarları gereği dezenformasyon üzerinden ahlaki panik yaratma konusunda öncü bir konumda olan teyit.org, depremden hemen sonra Altun ve ekibiyle iletişime geçmek, resmî açıklamaları hızla doğrulamak; sonrasında ise Twitter’dan (ücreti mukabilinde) görev almak için kolları sıvadı. Twitter’ın doğrudan devlet görevlileri tarafından hizaya getirilmesinin sansür olarak anlaşılacağı endişesini hatırlatarak, benzer amaçları gerçekleştirmek için bir aracı rolü oynamayı talep etti. Böylece iktidarın dezenformasyon bahanesi güçlendirilmiş oldu.

Özetle, bu yaşadıklarımız iletişim, haber ve ifade özgürlüğünün sadece siyasi değil aynı zamanda hayati haklar olduğunu hepimize gösterdi. Geleneksel medyanın yüzde 90’ından fazlasının her şeyin kontrol altında olduğuna dair kurgu haberlerinin aksine, hepimiz durumun vahametini sosyal medya sayesinde anlayabildik. Deprem bölgesindeki insanların sesi milyonlara bu mecralar sayesinde ulaştı, bölgeye koşan gönüllüler buralarda paylaşılan adreslere giderek enkaz altındakilere ulaşmaya çalıştı, yardım kampanyaları sosyal medya sayesinde bu denli geniş bir kesimi kapsayabildi. Bu süreçte bir kez daha gördük ki, bizim için en büyük tehlike bu mecralarda sıradan kullanıcıların ürettikleri dezenformasyon değildir; aksine devlet gücünü elinde bulunduranların örgütlediği dezenformasyon ile istedikleri an iletişimi boğma imkânına sahip olan sansür mekanizmalarıdır. İnsanların ölüme mahkûm edilmediği bir ülkeyi yaratmak için bunlarla mücadele etmek zorundayız.