Bir acım var; ikiye yakın, bakış acısı

CAN BİNALİ AYDIN
canbinaliay@gmail.com

“Selma, sevgilim; seni ilk gördüğüm günün en fazla yarı ağırlığındasın, belki de toplamda otuz kilo geliyor narin gövden. Bir göğsün yok, ötekinin yanında. Saçların seyreldi, gözlerindeki ela gizlenmeyi arzuluyor. Biliyorum, hergün biraz daha derinleşiyor, göz kapaklarının kapanmaya duyduğu özlem.

Kırk beşinci yılı bu sabah, birlikte uyanıyor olmamızın. Kaçamak günlerimizi saymıyorum, adettendir, utanırsın. Henüz gözlerimi açtığımda, seni yanımda uyuyur bulmanın sevinci bir an olsun değişmedi, bir adım geri atmadı duygum, vardığı sevinç noktasından. Sensiz geçecek tek bir günü, kabul etmiyorum. Bunu mecburi bir alışkanlığın, süregelmiş güçsüzlüğü sanma, an’da, ya kalan ömürde, bir tutam sevinci bilinçle istemiyorum, sensiz olacaksa. Seninle başlayan yaşamımı, seninle bitirmeyi, marifetten sayıyorum. Sonra yorganın da hakkı, alıştığı öte yanından, çekiştirilmek isteği.’’
Devlet Demiryolları İstasyon Şefi Memduh Sipahi, disk değişimi esnasında teknikere yardımcı olmak üzere lokomotifin altına yatmış, elektrik kesintisiyle anlık boşalan fren neticesinde iki bacağını tren altında bırakmıştı. Derhal malülen emekli edilen Sipahi, Tahir Kodal Apartmanı’nın üçüncü katında, yol arkadaşı Selma Hanım’la sakin ve huzurlu bir yaşam sürüyorlardı. Ta ki ayrılmak, bir ihtimal hali alana kadar.

Selma Hanım’ın göğsünde beliren kitle, uzun ve zorlu ameliyatlardan sonra bir göğsünün alınmasına neden olmuştu. Hastalık üçüncü yılına girerken doktorlar artık evinde vakit geçirmesini uygun bulmuşlardı. Demek Selma Hanım’ın az vakti vardı. Memduh Bey, eşine onsuz yaşamayacağını ihtimalsiz kesin bir dille ifade ediyor, fakat kırk beş yıllık yol arkadaşını birlikte vedaya ikna edemiyordu. Selma Hanım bunu ölmekten korkutu için değil, eşinin yaşamına devam etmesini istediği için reddediyordu. Sonunda eşine birlikteliği kabul etmezse yalnızlığı seçeceğini söyleyen Sipahi, Selma Hanım’ın içini, anlık bir düşüncede bile olsa kendi acısıyla doldurmuştu. Eşi, onun acısına dayanamazdı, öyle ki hemen hemen üç yıldır birlikte olduğu sadık hastalığını dahi, bir anda unutmuştu.

İlk anda Selma Hanım’ın ilaçları geldi akıllarına, fakat kendisi bağışıklık kazandığından bir ihtimal dahi olsa hayatta kalabilirdi. Tüp gazı ikinci olarak beliren fikirdi, fakat komşulara gidecek gaz kokusu mutlaka evin kapısının kırılmasına neden olacaktı. Bir ipin iki uçunda asılabilirlerdi, fakat Memduh Sipahi ağır basacaktı. Bunu tek tek yapabilirlerdi, peki diğerinin acısı görmeyi kim kabul edecekti? Uzun ve dikkatli düşüncelerden sonra Memduh Bey aynı anda veda etmenin bir yolunu bulmuş, defalarca düşünmüş, ölçüp biçerek kesinliğinden emin olmuştu. Veda için kararlaştırdıkları gün her zamankinden erken kalktılar, pek uzun uyumuş da sayılmazlardı. İlk günki birer okullu gibiydiler fakat, heyecan ya da sevinçten uzaktı duydukları. Selma Hanım tüm gün evi temizledi. Memduh Bey, bolca köpürttü fırçasını, sabununu cildine iyi yedirdi, sinek kaydı traş öncesinde. En beyaz gömleğini giydi, kazadan sonra neredeyse otuz yıldır kullanmasına gerek kalmayan pantolon askılarını taktı.

Memduh Bey, akşam yemeği için Selma Hanım’a yardım ederken, tek itimde gidip gelebiliyordu arabasıyla mutfak ve salon arasında. Sekiz kişilik yemek masasının uzak başlarında karşılıklı oturdular. Sevdikleri yakınlarını ağırlamak için uzun zamandır sakladıkları yıllanmış şaraplardan en eskisini açtılar. Selma Hanım hastalığını öğrendiği gün bırakıp, hatıra adına sandıkta sakladığı yarım sigara paketinden bir sigara yaktı. Kurumuştu tütün, biraz yanmıştı genzi. Art arda kadehler kaldırdılar bir uçtan bir uca, mutlu ve tebessümlü. Akşam yemeği büyük bir mutlulukla yenilip şişenin sonuna gelinirken, Memduh Bey’in eşine yazıp bir türlü veremediği kısa mektup da, ceketinin cebinde kalmıştı.

Memduh Sipahi, artık vaktin geldiği anlamına gelen bir ifade takındı, uzun ve serindi bakışları.

Selma Hanım dinç ve tereddütsüz kalktı ayağa, bir dans davetini kabul eder gibi.

Sipahi, eşinden, kömürlükten aldığı ipin ucunu önce dış kapının üzerindeki su borusundan, sonra da üst kat merdivenlerinin korkuluk demirlerinden geçirmesini istedi. İki ucunu da ilmek yaptığı ipin bir ucunu kendi boynuna geçirdi. Selma Sipahi, henüz eşinin uzatmasına fırsat vermeden diğer ilmeği elinden alıp boynuna geçirdi. Memduh Bey tekerlekli sandalyesini yavaş yavaş sürdü, merdiven başına geldiğinde sandalyesini geriye döndürüp basamak başında bekledi. Demek kendini merdivenlerden aşağı bırakacak, arabası aşağı yuvarlanırken kendi boynundaki iple asılı kalacaktı. Ağırlığıyla kapının önündeki Selma Hanım’ın ayakları yerden kesilecek, ipin geçtiği su borusu hemen hemen duvara bitişik olduğundan eşi de orada asılı kalacaktı.
Bir ipin iki ucuyla sonsuza bağlanacak, tek bedenleşeceklerdi. Sevgi de adillerdi, acıda da olacaklardı. Memduh Sipahi, hiç düşemeyeceği bir boşluğa atlayarak yaşamını sonlandırırken; Selma Sipahi ona, ipin alışkanlığının aksine aşağı düşmeden, göğe yükselerek yetişecekti.

Memduh Bey boşluğun korkusundan değil, son anlarında dahi Selma Hanım’ı görebilmek, göz göze ölebilmek için dönmüştü merdiven başında arkasını.
Bir acı vardı, ikiye yakındı; bakış acısı... Sipahiler, gökyüzünde asılıdır hâlâ.